Üçüncü Kısım

                                                 GARBAGE FACTORY



                                                   
                                 





3.1

Karanlığın esiri değil, karanlığın bir parçasıymış gibi hissediyorum. Karanlığın, ruhumu ele geçirdiğinden değildi bu yanılgım. Ruhumun, her zaman orada yer alan bir parçasını yeni keşfettiğim içindi tüm bu yanılgı. Aydınlığın gizlediği, farkına varamadığım bir parçamı hissetmenin azabını yaşıyorum.



Soğuk bir esintinin vücudumu titrettiğini hissettim ve gözlerimi açtım. Dar bir alanda uzanıyordum. Kovukta olduğumu anlamam uzun bir süremi almadı. Toprağın yumuşaklığı ve çevredeki serin hava bunun kanıtıydı. Dar alanın mimarisi gözüme ilişti. Dar alanın tepesindeki minik delikler ortamdaki havayı hep taze tutuyordu. Alanın çevresine minik oyuklar açılmıştı. İçlerinde lif ve sargı yerine kullanılabilecek yapraklar koyulmuştu. Bir lif yığınının içerisinde yatıyor vaziyetteyim. Vücudumu hissedemiyorum, o kadar bitkinim ki.

- " Biraz erkencisin ama yine de uyanmana sevindim Greg." dedi Robin. Gözlerindeki parıltıdan anladığım üzere uyanmama sevinmişti. 

- " Ne zamandır bu haldeyim ? " diye sordum. Vücudumun her yeri yapraklardan elde edilen ince liflerle sarılmıştı. Bacaklarıma da kilden bir destek yapılmış, adeta vücudumu mumyalanmaya hazır bir hale getirmişlerdi.

- " Uzun bir zamandır bu haldesin. Seni getirdiklerinde öldüğünü zannetmişlerdi. Son bir umut beni senin  yanına getirdiler. Geldiğinde Veda döneminin sonuna gelmiştik. Şimdi ise Uyuşmazlık döneminin ortalarındayız. Epeydir bu halde uzanıyorsun. Bacaklarına sürdüğüm özel kil ile çürümelerini önlediğimi varsayıyorum. Ama kanatlarının iyileşmesi beklediğimizden de uzun sürecek." dedi Robin.

Dikkatle bacaklarımdaki killeri almaya başladı. Yüzündeki hüznün nedenini anlayamadığımı düşünürken, tuhaf bir his kapladı içimi. Gözlerim vücudumu dikkatle taradı, epey hırpalanmış vücuttaki eksikliği ise yeni fark etmiştim. Destek bacaklarımın biri yoktu. Yüzümdeki karamsarlığı gören Robin ;

- "Yine de iyi iş çıkarttığımı düşünüyorum. Kayıpların daha ağır olabilirdi. Yalnızca bir bacağının eksilmesiyle bu olaydan sıyrılman bile bir mucize. Seni getirdiklerinde her tarafın yara içindeydi. Yine de iyileşeceksin. Kanatlarının iyileşmesi epey uzun sürecek ve korkarım ki kopan ayağının yerine bir şey yapamam.Umudunu kaybetmemelisin. Ne de olsa namın herkes tarafından biliniyor. Sonuçta bu kovukta her zaman bir iblis öldüren alt.. ee şey beş bacaklı olmuyor."


Zihnim bir an Clark'ın çığlıklarıyla canlandı. Derinlerden gelen acı çığlıkları hala yüreğimi parçalıyordu.

- " Benden başka yaralı bir türdeş getirildi mi?"  diye sordum.
- " Hayır. Yalnızca sen getirildin. O gün Jhon bulunduğum yere bir hışımla gelmişti. Tünelden inerken salgısını hissetmiştim. Öfkesinin ardında gizlediği çaresizliği hissedebiliyordum. Benden sana yardım etmemi istediğinde tüm işlerimi bırakıp geldim. Getirildiğim odada Jhon ile beraber üç türdeş daha vardı. Büyük ihtimalle senin takımındaki yoldaşların olmalılar.Hepsinin üzerinde iblisin vücudundan çıkan kan vardı. Senin hırpani vücudun ise liflerin üzerinde yatırılmış haldeydi. Getirdiklerinde bacağının eksikliği göze çarpmamıştı. O kadar kötü durumdaydın ki. Jhon hemen bana olanları aktardı. İblisle savaşmanın ardından  yüksekten düşmene kadar. Neyse ki sütuna çarpman seni hayata döndürdü. Eğer bahsettikleri kadar yüksekten sütuna değil de toprağa düşseydin şu an bu konuşmayı yapıyor olmazdık." dedi Robin.


O anda odaya biri girdi. Salgısını uzun bir zamandır hissetmemiştim. Heyecanı içimde boğmaya çalıştım. Lulu tam önümde duruyordu. Teki eksik olmasına rağmen anteninin duruşu o kadar asildi ki.

- " O uykucu uyanmış, sonunda gözlerini açmayı başarmış. Senin için tüm kovuk seferber olduk. Nasıl böyle bir şey yapabildiğinizi aklım almıyor. Bir iblise karşı bir grup altı bacak nasıl savaşabilirdi ki!" Heyecanı yüzüne vuran Lulu durmadan kovukta bizlerden nasıl bahsedildiğini anlatıp durdu. 


Aklım Jhon ve diğerlerine gitmişti.Grubum, acaba Jhon ne yapıyordu? O gururunun kaynağı olan takım paramparça olmuştu. Hem en kolay keşiflerden birine çıktığını zannedip hemde en büyük kaybı yaşaması ona neye mal olmuştu acaba? Yine de bir asker için bunların pek önemi olduğu sanmıyorum. Yeni bir grup kurmuş ve bitmek bilmez yarışa dahil olmuştur kesin. 

- " Lulu, Jhon ve diğer takım yoldaşlarım şu an ne yapıyorlar?" diye sordum. 

-" Jhon, sen ve Clark'ın başına gelenlerden sonra grubu dağıttı." dedi Lulu.

- " Ne yani Jhon yarıştan geri mi çekildi? Nasıl, yalnızca iki kayıp verdikten sonra mı dağıttı grubu!" şaşırmıştım. Despot diye nitelendirdiğim bu yoldaş çoğu türdeşin yapamayacağını yapmış ve grubu dağıtmıştı. Robin, Lulu ile konuşmamın arasına girerek ; 

- " Aslında Jhon bu olaydan kolaylıkla sıyrılabilirdi. Clark'ın tuhaf salgıları daha onu  gruba almadan kovukta duyulmuştu. Dengesizliğiyle meşhur bir türdeşi grubuna dahil ettiğinde bu olasılığı düşünmüş olmalı. Ve sen Greg, sende fazla dengeli bir türdeş değilsin. Ama yine de Jhon beni de şaşırttı. Jhon bu olaylardan sonra Kraliçenin yardakçılarını suçladı, hem de herkesin içinde! Tabii cezasız kalmadı." dedi Robin.    

Şaşkına dönmüş bir halde :
- " Ne! Nasıl, ne yaptılar Jhon'a ? " diye bağırdım.

- " Sakin olmalısın Greg. Bu yuvada istikrarlı bir yönetim olmayabilir ama tiranlık yönetimine de sahip değil. Herkesin karşısında bizzat Kraliçe tarafından seçilmiş yardakçılarını suçlamak büyük bir suç. Yine de Kraliçe Jhon'u yalnızca kovuktan uzaklaştırdı. Başka hiçbir şey yapmadı." dedi Robin. Sonra karamsar bakışıyla devam etti.

- " Fazla üzülmüş gibi duruyorsun Greg." dedi . 

- " Jhon bir despot olabilir ama yine de çoğu türdeş de bulunmayan bir cesarete sahipti." dedim. 

Robin bu söylediğime antenlerini titreterek hak verdi. Lulu ise dikkatlice konuştu.

- " Greg, grubundaki diğer üyelere ne olduğunu sıkı takip edemedim. Seninle ilgilendiğim için olaylardan haberim olmadı. Zaten bu süreçte iki büyük beklenmeyen olay yaşandı o kadar." dedi Lulu.

- " İki büyük olay mı ? Jhon'un kovuktan kovulması yeterince büyük bir olay. Peki ya diğeri? Yoksa başka biri daha mı kovuğu terk etti?" dedim.


- " Hayır, bu sefer ki olay bu kadar dramatik değil. Ama yine de benim bu olayı açıklamak için bilgim kısıtlı.Ben ekim işleri  ve larvaların bakımıyla uğraştım. Yönetim işlerinden pek anlamam." dedi Lulu.


- " Yönetim mi? Kraliçe ile ilgili bir karar mı ? " dedim.


- " Robin sana açıklar Greg. Benim gitmem gerek. Senin uyanmana çok sevindim. Her geldiğimde seni sonsuz bir uyku halinde görmek beni hırpalıyordu. Uyanmana çok ama çok sevindim." dedi Lulu. Gözleri ah o gözler adeta ışık saçıyordu. Sözlerini söyledikten sonra dar alandan çıktı. 

Robin ellerinde bir yaprak ile yaklaştı. Yaprak epey eski ve yıpranmış haldeydi. Üzerinde ise Lahit de yer alan sembollere benzer işaretler vardı. 

- " Elimdeki yaprak bir türdeş yuvanın hangi kanunlara uymasını ve hangi kurallar çerçevesinde daha uyumlu yaşanacağını açıklamaya çalışıyor. Ama bunun bir önemi yok Greg. Bu yazılar yazıldığı dönem için geçerliydi, şimdi bir önemi kalmadı. Türdeşler her geçen gün yeni bilgiler ediniyor. Kendilerini geliştiriyorlar. Eğer onlara geçmişten gelen kuralları dayatırsak yalnızca kafa karışıklığına ve uyumsuzluğa yol açarız. " diye açıkladı Robin. Elindeki yaprağı ise dar odanın köşesindeki minik oyuğa koydu.

Adeta bir lider gibiydi. O sırada fark ettiğim şey yalnızca derin üslubu değildi. Konuştuklarını daha önce birçok kez düşündüğü belli oluyordu. Telleri düz, gözleri ise düşünceliydi. Bu tarz çözümü kesin olmayan sorunlara fazla zaman harcamış gibi görünüyordu. Daha çok Lahit ile ilgilendiği için, yönetime olan bilgeliğini fark edememiştim.

- " Peki bana bunu neden açıklıyorsun Robin? Yönetim meselelerinin önemli olduğu anlıyorum ama ben bir avcı grubunda yer alan bir türdeşim. Artık eskisi kadar çevik olmasam da sıradan bir altı bacaklıyım." dedim.
O sırada Robin'in gözleri eskiden bacağımın olduğu yerdeydi.

- " Şey bu beş bacaklı lafına hızlı alışabileceğimi hiç zannetmiyorum." dedim. 

- " Sorun değil, henüz çok erken. Zaman geçtikçe alışacaksın. Hem eskisi gibi dışarıda uçamazsın Greg. Kanatların iyileşecek ama senin yükünü artık taşıyabileceğini hiç sanmıyorum. Yine de artık avcılıktan daha önemli görevlerin var." dedi Robin. Gözlerinde heyecan vardı.

- " Nasıl bir görevim var? Görev değişikliği istediğimi hatırlamıyorum." dedim. 

- " Son zamanlarda ne kadar çok Kraliçe'ye karşı gelen türdeş oldu. Bu karar direkt ondan geliyor Greg. Senin artık yerin ayak takımı değil. Sen Kraliçenin yardakçıları arasında yer edindin. Belki o yardakçıların aksine sen kovuğa faydalı bir yardımcı vekil olursun." dedi Robin.


- " Yardımcı vekil mi? Ne yani artık Kraliçenin bizzat kendisinden mi emir alacağım?" dedim şaşkınlıkla.

- " Evet, Greg. Artık kovuğun dibinde yer almayacaksın. Yükselme vaktin geldi. Henüz zekan buna elverişli olmasa da cesaretin ile bu farkı azaltmanı umut etmekten başka çaremiz yok. Acele etme! İlk önce sağlığına kavuşman gerek. Daha sonra Kraliçe ile bizzat görüşeceksin." dedi Robin. Kraliçeden ne zaman bahsedilse Robin'in yüzünde oluşan o kasılma yine olmuştu. Nefret duygusuna benzemiyordu.Yine de Kraliçe'ye karşı pek dost canlısı gibi görünmüyordu.

- " Bunlar biraz fazla Robin. Hiç bilgim olmadığı halde nasıl yükseldim bu mevkiye? Hem Jhon'un kovuğu terk etmesi. Ah çok fazla uyudum değil mi ? " diye serzenişte bulundum.

- " Tahmin edebileceğin süreden fazla bir süredir uykudaydın  Greg. Artık uyanma vaktin geldi." dedi Robin.





3.2







Yuva, çok değişmişti. Işık meydanında o kadar çok türdeş vardı ki. Uyumsuzluk dönemi olduğu için dışarı süzülüp bir şeyler aramanın pek bir anlamı yoktu. Her yer soğuktan nasibini almış, Eltanin'in doğayı terk edişi herkesi derinden etkilemişti. Meydanda ki kalabalık çalışmaktan çok iletişim halindeydi. Salgıları adeta meydanı sarmıştı. Salgılarda daha çok güven ve sadakat ağırlıktaydı. Yanımda Robin ile, kalabalık meydanı seyretmeye başladık. Bulunduğumuz yer, meydanın teraslarından biriydi. Bu teras bölümleri genellikle aristokrasi sınıfı için ayrılmıştı. Benim farkına henüz varamayacağım kadar önemli bir konumdu. Bu yükseklikten türdeşleri seyretmek tuhaf bir duyguydu. Bu duygu seli; kendimi ve türdeşlerimi değersiz hissetmeme yol açıyor, bencilliğimi adeta yok ediyordu. Acaba Eltanin'in gözünde de bizler acınacak bir varlıklar mıydık? O kadar küçüktük ki, çevremizdeki canlılarla iletişim kuramamaktan kaynaklanan yalnızlığa mahkum oluyorduk. Yalnızca türdeşlerimiz ile salgı aracılığıyla iletişim kurabiliyorduk. Acaba Eltanin ile nasıl iletişim kurabilirdik? Düşüncelerim Robin'in tespitleriyle bölündü.

- " Meydandakilere bak Greg, kendilerini nasıl da önemli bir varlık zannediyorlar. O kadar küçükler ki, yalnızca bedenleri değil düşünceleri de kıt. Kendilerini önemsemeleri tamamen özgüvensizlikten kaynaklanıyor. Çevrelerindeki önemsiz şeyleri nasıl da önemli kılmaya çalışıyorlar." dedi Robin.

- " Belki de Eltanin'in gözlerinde değerlidir varlıklarımız." diye yokladım Robin'i. Artık bazı gerçekleri kabullenmeye başlamıştım.

- " Tanrı veya Eltanin, bunlar yalnızca yanılsamalar Greg. Çevrene baksana ne kadar çaresiz ve önemsizler. Eğer kendilerini önemseyen kutsal bir güç yaratmamış olsalardı bu kadar refah içinde olmazlardı. Onları koruyan,önemseyen ve seven bir ilahi güç olduğuna inanıyorlar. Bu onları önemli kılıyor. Sonuçta topluluk halinde yaşayan canlılar Tanrının yasalarına ihtiyaç duymadan yaşayamazlar." diye konuşmayı bitirdi Robin.


Uzun bir süre seyrettikten sonra Robin dar kovuğa girdi. Duvara oyulmuş küçük bir alandan yaprağı alıp sessizce okumaya daldı. Ben ise meydanı seyretmeye devam ettim. Işık meydanının ana girişi,  içerideki tarım arazilerin ve kuru alanların ıslanmaması için daraltılmıştı. Yine de meydanın ortasında minik bir kar tepesi oluşmuştu. Bu minik kar tepelerini temizleyen bir grup türdeş olmalıydı. Yoksa dışarıdaki yağan kar bu yuvayı tamamen ele geçirirdi
 Birçok şey değişmiş; Kovuk, Uyumsuzluk mevsimi için izole hale getirilmişti. Bir şey hariç. O ne yerinden kaldırılmış ne de üzeri örtülmüştü. Tüm heybetiyle meydanda yerini koruyordu. Lahit hakkında Robin'e hiçbir şey sormadığım bir anda aklıma düştü. Ama bunun için telaşlanmaya gerek yok, ne de olsa toparlanma sürecimde Robin yanımda olacaktı. Peki ya bu aristokrasi oyunlarına nasıl ayak uydurmaya çalışacaktım ki? Belli ki birileri beni kararlı bir kahraman görüyordu. Oysa ben acınacak halde karamsar biriydim. Hiçbir şeyden emin olamayan, kutsala bile saygısı olmayan biriydim. Var olduğumdan beri zihnimdeki savaş durmak bilmemişti. Karanlık ne zaman galip gelmeye yaklaşsa, bağımlı vücudum aydınlığa ihtiyaç duyuyordu. Bu zıt güçlerin arasında zihnim adeta parçalanıyordu. Bu savaşın etkisi ise karakterimi şüpheci ve kararsız kılmıştı.
Bir de Jhon ve diğerleri vardı, peki ya onlara ne olmuştu? Lanet olası iblisin yüzünden pek çok şey kaçırdım, bazı şeyleri öğrenmenin vakti geldi. Neyse ki Uyumsuzluk mevsimi zihnimi toparlamak için uygun bir zamandı.
Meydanı seyretmeyi bırakıp, dar kovuğa doğru yöneldim.
                                 


                                             





3.3


Çoğu vaktimi dar kovukta geçiriyordum. Bacaklarımdaki kırılganlık beni epey ürkütüyordu. Lulu'nun dediğine bakılırsa, dışarıdan bakıldığında yalnızca hafif bir yalpalama göze çarpıyordu. Bacağımın eksikliğine alışmam zaman alacak gibi duruyor. Kanatlarım ise onların varlığını bile hissedemiyorum. Bu iyileşme zarfında Lulu ve Robin'den başka ziyaretçim olmadı. Eski grubumdaki yoldaşların her birinin Jhon gittikten sonra ayrı yerlere dağıldığını öğrendim. Jason ve Rich kendilerine farklı bir avcı ekibi bulmuşlardı. Şuan avcı ekiplerinin yarısı kar temizlemekte diğer yarısı ise ekim arazilerinde çalışmaktaydı. Slith ise iblisi yenmenin ününden faydalanmayı bilmişti. Bir aristokrat olmasa da Kraliçenin yardımcıları arasında bir yer bulmuştu. Robin'in çoğu zamanını bana, Aristokratların neler yaptığını, nasıl bir karar mekanizmasının olduğu açıklamakla geçti. Aristokratlar yuvanın karar mekanizmasında birer çark görevi görüyordu. Kraliçenin yardımcılarından daha üstünlerdi. Bu yüzden  yuvada çok göz önünde durmuyorlardı. Robin onları yalnızca toplantı zamanlarında yuvada görünebildiğini söyledi. Henüz tanışmadığım bu kişilere uyum sağlayabileceğimi zannetmiyorum. Robin'in dışında neredeyse arkadaşım kalmamıştı. Lulu çok ender geliyordu, larva bakımındaki zor şartlar yüzünden zaman bulamıyordu. Robin ise sık sık dar tünellerinden geçip derinlerdeki yuvasında inzivaya çekiliyordu. Yanıma geldiğinde ise yaralarıma bakıp bir süre sohbet ettikten sonra gidiyordu. Ben ise yalnızlığa alışmaya başlamıştım. Bu kısa yaşamımda yalnız kalmanın değerini ölçüp biçmeye çalışıyor, bu yalnızlığın yararlı mı yoksa zararlı mı olduğunu bir türlü karar veremiyordum.

Robin'in bir diğer ziyaretinde aklımdaki soruları sormaya karar verdim. İlk ve en önemli soru Lahit'ti tabi ki. O alandaki ilerlemesinin ne durumda olduğunu bilmiyordum. Kil ve topraktan elde edilmiş bir lapayı bacaklarıma sürerken sordum.


- " Uzun zamandır uyuyordum. Peki ya sen Robin? Sürekli inzivaya çekildiğini biliyorum ama bu boş vakitlerini bir hedefe doğru yöneldiğinden de eminim." dedim, sırıtarak..

- " O gülüşünü görmeden de neyi kastettiğini anlayabilirdim Greg. İlerleme katetmeye çalışıyorum. Elimde ise hala birkaç belirsiz cümle var. Ama Lahit'in tam metnini çevirmeden sana açıklayamam. Biraz beklemen gerekecek." dedi Robin. Bakışları yine derinlere dalmıştı. Bu Robin bir altı bacaklıya göre çok fazla düşünüyordu.


- " Lahit'in tamamını çevirdiğinde bunu okumak istiyorum. Ama şimdi daha acil bir konu var Robin. Ben bir aristokrat olarak işe tam olarak nereden başlayacağım? " dedim.


- " Sen zaten işe başlayalı epey oldu. Aristokratlar genellikle tembel bir şekilde uyurlar. Toplanacakları vakit uyanmaya tenezzül ederler." dedi, alaylı ses tonuyla Robin. Sonra devam etti:

- " Yakın zamanda bir toplantı gerçekleşecek. Uyumsuzluk mevsimin neredeyse ortalarına geldik. Kraliçe tatlı hülyalarına ara verebilirse bu toplantıya önümüzdeki günlerde gerçekleşecektir.  " dedi Robin.

- " Peki ya neyden bahsedecekler ki bu toplantılarda?" dedim. Yüzümdeki karamsarlık biraz geçmişti. Robin gibi birinin talebesi olmanın şans getireceğine inanıyordum.

-" Genellikle mevsimsel sorunlar ele alınıyor. Şu an ki Uyumsuzluğun getirdiği sorunlar bir hayli fazla. Nüfuz artışının yakında gerçekleşecek ve iş gücündeki zayıflığı önleyebileceğiz. Ama bunun getirdiği çok önemli bir dezavantajda var." dedi Robin. Tüm dikkatini benim üzerimdeydi.

- " Besin kaynaklarımızın yetersizliği mi ?" diye bir tahminde bulundum.

Robin gülümseyerek. " İyi, zekan Aristokrasi için yeterli gözüküyor. Besin yetersizliğini önlemenin bir çok yolu var. Ama toplantıda büyük ihtimal en pasif karar alınacaktır." dedi bilgiç bir şekilde.

- " Neymiş o karar? " dedim.

- " Daha çok avcı grupları oluşturmak." dedi Robin.

- " Peki ya sen olsaydın, nasıl bir karar alırdın Robin?" dedim alaycılığımı bastırarak.

Robin, derin düşüncelere daldı. Bunu yaparken tellerindeki gerginliği görmek keyifliydi. Ama yüzünü incelediğimde ürküyordum. Onda ki engin bilgilerin sınırı olamazdı. O kadar çok yalnız kalmıştı ki tüm bu zaman boyunca sadece bilgilerine sığınmıştı.

- " Hatırlıyor musun? Seninle ilk karşılaştığımızda bir olaydan bahsetmiştin. Yuvanın dışında başka tüdeşlerinde olduğunu görüp Kraliçeye bildirmiştiniz. Eğer ben Aristokrasinin yerinde olsaydım ; Bu iki yuva arasında anlaşma sağlardım. Nüfuz artışını dengelemek için zayıf olan yuvalarına bizim yuvadan takviye yapardım. Hem yuvamızın işleyişini hem de dinini onlara empoze ederdim. Bu kovukta sıkışıp kalmaktansa buralara yakın yerlerdeki türdeşlerin yuvalarını birleştirip büyük bir koloni kurardım. "  dedi Robin.  Pansumanı yaptıktan sonra hiçbir şey demeden yanımdan ayrıldı.

Bu fikir beni derinden etkilemişti. Mantıklı görünse de ürkütücü tarafları da vardı. Pek sosyal bir toplum değildik, dışarıdaki tüm canlılara karşı tetikte oluyorduk. Başka birileri ile birleşme fikri bana fazla uçuk geliyordu. Evet, nüfuz artışını dengede tutabilirdik. Hatta besin yetersizliğinin de çözümünü bulmuş olurduk. Ama tehlikeli yanları da vardı. Ya diğer yabancı türdeşler bizlere kültürlerini veya dinlerini -varsa- empoze etmeye çalışırsa? Bu büyük bir çatışma ortamına zemin hazırlardı.
Her mantıklı bir fikir gibi,  bu fikrin de riskli yanları vardı.







                                                  ÜÇÜNCÜ KISIMIN SONU 

                                                                                                15.04.2020
                                               




Yorumlar

Popüler Yayınlar