Birinci Kısım

  •                       GARBAGE FACTORY                                                                         





 





                      Anlatacaklarıma nereden başlayacağımı bilemiyorum, İnandırıcı gelmeyeceğini düşünebilirsiniz. Yaşadığım anılarımı zihnimin derinliklerine gömülmeden önce sizlere anlatmak istiyorum, çok geç olmadan önce. Yaptığım tüm hataları, kaybettiğim tüm hatıraları sizlere göstermek isterdim. Ne  yazık ki eski benden eser kalmadı. Eski zihnimden de. En başından başlayıp anlatabilirim, bunu yapabilirim. En azından denemeliyim.
 Her şey 4 mevsim önce başladı. Veda(Sonbahar) mevsimi gelmeden önce larva ve pupa dönemimin sonuna gelmiştim. Sakin ve kuru bir yuvada hayatımın ilk koku salınımlarını almaya başlamıştım. Kendilerini ışıkla kutsanmış sanan sapkın bir halkın içerisinde yaşamaya başlayan biri tarafından  anlatılacak tüm bu anılar,  yani benim tarafımdan. Ben kim miyim?  Benim adım;


1.1
Greg,yalnızca Greg derler bana. Pek bir özelliğim yok. İhtiyacım da yok çünkü biz toplu halde yaşayan canlılarız. Bireysellik önemsiz ve bencilce kabul edildiğinden larva ve pupa dönemlerimizden sonra bize toplumun dinamikleri sık sık öğretilir. Ben ne biliyorsam çevremde ki tüm yoldaşlarımın bildiğidir. Seçme şansımız yoktur, bize öğretilir ve biz yaparız. Her altı bacaklının yaptığı gibi tüm gayemiz yuvamızın ve Yaradanımızın istikbali içindir. Biz bencilce amaçların peşinde antenlerimizi heba edeceğimize, kutsal ışık barındıran bu yuva için hayatımızı ortaya koyuyoruz. Doğrumuz bir , yanlışımız da birdir. Şüphe ve kaygıya asla yer vermeyen sıkı bir topluluğuz. Bu kadim yuva onlarca mevsim görmüş ve hala tarım arazileri, Lahitleri ve Avcı-toplayıcı kültürüyle hayata tutunmaya devam ediyor.  Seçim şansı elimde değildi.


1.2

Ama işte buradayım.Ne kadar diğerleri gibi bazı gerçekleri hızlı idrak edemesem de çevreme, türdeşlerime ayak uydurmaya çalışıyorum. Bu yuvanın çokta önemli bir üyesi değilim. Yuvadan bahsetmişken; Yuvamız bize Yaradanımız yani kadim Eltanin tarafından bahşedildi. Ya da bahşedildiği söylendi. Hem de bizzat Kraliçe tarafından. Kraliçenin bir gün rüyasında bizzat Yaradan tarafından bu kovuğa yönlendirildiği rivayet edilir. Kraliçe rüyasında bu yuvayı ziyaret eder ve Yaradanın ismini sorar. Sonraları genellikle eksik detaylar içerdiğinden bende pek bir şey bilmiyorum. Sonuç olarak bu yuvayı kutsal ışığın koruduğuna inanılır. Bende inanıyorum, inanıyordum bir zamanlar (4 mevsim önce) Yine de o zamanlar Kraliçeye biat ediyordum. Kaç mevsimdir yuvanın iktidarını elinde tuttuğunu kimse bilmiyor. Bu kutsal yuvadaki en deneyimli altı bacaklı dişi ve de Yaradanla iletişim kurmuş tek kişi. Yani bir elçi.

Hatıralarımı sapmadan ve dağıtmadan kendi yaşamımın ta başlangıç kısmına çekmek istiyorum. Antenlerim ile ilk hissettiğim duygu salınımlarına gidelim, o uğursuz güne ;


1.3           

Gözüm açılır açılmaz işçiler beni temizledi ve benim gibi birçok larvasından yeni çıkmış altı bacaklı sürüsünün peşine takıp sürüklediler. Çevremde oluşan bu karmaşa karşısında tek hissedebildiğim duygu korkuydu. Çevremdekilerin panik halinde salgıladıkları salınımları yüzünden aklım karışmıştı. Çevremde bir anda farklı bir şey hissettim. Farklı bir duygu, korkudan başka bir şey. Heyecan verici bir ana tanıklık eden biri. Hemen etrafıma bakıp salınımı takip etme güdüsüne kapıldım. Salınım çok uzaktan gelmiyordu. Sıradaki altı bacaklıları iterek arka saflara açıldım. Arkalara doğru sıkışıklıkların arasında geniş bir boşluk vardı. Ve boşluğun içerisinde bir dişi altı bacaklı vardı. Dişi oluşunu kokusundan algılayabiliyordum. Ama ondan dişi olduğu için uzak durmuyorlardı, çevremde fazlasıyla dişi türdeşimiz vardı. Yaklaşmaya başladığımda salınımın (duygunun) yoğunluğu altına eziliyordum. Boşluğun önündeki son türdeşlerimi de kenara ittiğimde tam karşımdaydı ; Tek bir anteni olan bir altı bacak! Demek bundan dolayı uzak duruyorlardı ondan. Saf bilincin karşılaştığı farklılıklara aldığı bir korunma iç güdüsüydü bu yaptıkları.Peki ben neden uzak durmuyordum ki? Çevremdekilerin şaşkın anten hareketlerine aldırış etmeden yaklaştım tuhaf altı bacağa;
-."Nasıl oluyor da heyecan duygusuna kapılıyorsun ?"

-" Bilmiyorum, yalnızca hissediyorum."

-" Neyi hissediyorsun ?"

-" Muazzam kokuyu, antenimi titreştiren keskin bir koku."

Tam neyden bahsettiğini soracakken bende hissettim o kokuyu.Zihnimin derinliklerine sızan o koku! Tellerim aşkına bu nasıl bir kokuydu böyle! Berrak ve bir o kadar da keskin bir kokuydu bu. Gecenin hafif esintisiyle bulunduğumuz bu muhteşem meydanın her köşesine dağılmıştı koku. Çevremdeki türdeşlerim de bu ruhani kokuya kapılmışlardı. Hepimiz bu kokunun kaynağının yukarıdan geldiğine hemfikir idik.Meydandaki her anten yukarıya doğru çevrilmişti. Tam o sırada büyük giriş deliğine Ay'ın mehtabının ışığı vurdu. O kadar iyi bir zamanlamaydı ki bu kokunun sahibini ilk ışıkla üzerimize yansıtmıştı. Tam üzerimizdeydi, hem de içimizde. Işığın gölgesini yani Kraliçenin etkisini üzerimizde hissedebiliyorduk.Ucu bucağı yakalanmayan bir süre geçtikten sonra konuşmaya başladı ;


-" Bu eşsiz yuvada olduğunuz her an Yaratıcımızın adını anmayı unutmayın! O bizlere yol göstermeseydi bu azgın rüzgarlara kapılıp giderdik. Yuvanızın daima hayatta kalması için çalışın, daimi amacınız çalışmak olsun. Yaratıcınız sizi çalışırken görmekten memnunluk duyacağından eminim. Şimdilik bu kadim amacınızı açıklayıp sizleri öğrenmeniz gereken şeyler için göndereceğim. Sizlerin ve sizden öncekilerin bu amaç uğrunda yükseldiklerini unutmayın! Yaşamdaki en kadim hizmet çalışmaktır! Bu size böyle buyrulur.
 Yaratıcınızın adını her daim yüreğinizde taşıyın. O'nun kutsal adını; Eltanin ismini hiçbir zaman unutmayın. "
                                     
                 
 Konuşma muhteşemdi demek isterdim ama sanırım yalan söyleyemeyeceğim. Konuşma o kadar monotondu ki edebi değer taşımayan birçok sözcük yok yere heba edildi. Emir kipleriyle dolu bir mesajdı. Tabi o sıra bunu idrak edebilecek durumda değildim. Daha sonralardan sorguladıkça derinlemesine daldım karanlığa. Neyse Kraliçeye dönecek olursak konuşmasına bitiminde bir süre bekledi. O sıra çevreme daha iyi gözlemledim. Bulunduğumuz yer muazzam büyüklükteydi. Yukarısında kocaman bir kara delik vardı. Sanki Yaradan, bizi gözetlemesi için oluşturulmuş gibi. Yüzlerce türdeşim ile aynı anda yan yana dizilmeye yetecek kadar genişti. Ayaklarımın altındaki zemin hafif ıslak ve nemliydi. Kraliçe ise bu meydanın (ışık meydanı) tam uç noktasında duruyordu. Işığın huzmelerini dev cüssesiyle karşılıyordu. Aşağıya salınan tüm gölgeler onun kudretinin karşısında antenlerimizi titreştiriyordu. Dos doğru meydanda yer alan kocaman yaprağa doğru bakıyordu. Acaba bunun anlamı neydi? Dev yaprak demişken ; Koyu bir rengi, mevsimlerin yıprattığı ve üzerinde minik minik harf ve semboller bulunan bir Lahit'ti. Kraliçe Ayın ışığının azalmadan önce meydanı terk etti. Gittikçe azalan bu muhteşem kokunun sonunda bizlere yalnızca; aramızda yaydığımız hüsran salınımlarını bıraktı.



Sözleri böyleydi işte. Tam tamına 4 mevsim önceki konuşmasıydı bunlar. Anılarım her zaman taze değildi ama o meydandaki algıladığımız kokudan dolayı hiçbirimiz unutmadık bu anı. Hatıralarımı hatırlarken zorlansam da sizlere aktarmak için can atıyorum. Robin' e göre altı bacaklı bir canlının yapabileceği en önemli amaçlardan biri buydu; yazmak. Yazıyorum, hatırlayabildiklerimi ve hala yüreğimde hissedebildiklerimi.
                                                     


1.4

Kraliçenin konuşmasının ardından işçiler bizi isimlerimizi söylediler. Ya da isimlerimizi nerede bulabileceğimizi. Bulunduğumuz zemindeki her bir kabartmanın üzerinde isimler yazıyordu. Bulunduğum kabartma da ise yazan o lanetli isim ; Greg' ti. Arkamdaki tek anteni olan altı bacaklıya dönerek ;

-" Artık ismimiz olduğuna göre tanışabiliriz, ben Greg."

-" Burada Lulu yazıyor galiba."


İşçiler kabartmadaki isimlerimizin öneminden bahsettiğini az buçuk hatırlıyorum. Bizden önceki atalarımızın şanlı ruhlarını yanımızda götürelim diye verilmiş bu yüce adlar. Lulu ile tanışmam bu şekilde olmuştu. 


İşçiler bizi sıralarda detaylı bir şekilde incelediler. Bizleri iki gruba ayırdılar ; Kanatlı ve kanatsız. Tam o anda aklıma Lulu'nun sırtına bakmak geldi. Arkama döndüğüm sırada Lulu' yu diğer ayrılan grup ile götürüyorlardı. Muhtemelen kanatsızdı. Sırtımdaki zayıf kanatlarımı rüzgar sayesinde hissedebiliyordum.
Gruplar ayrıldıktan sonra bizleri dersler için götürdüler.
 Dersin anlatıldığı yerler yuvanın en dar ve rutubetsiz kovuklarından oluşuyordu. Her grubun başına birer lider getiriliyor ve deneyimlerini aktarması isteniyordu. Benim grubumun lideri ise Jhon isimli deneyimli bir altı bacaktı. Gruplar kanatlı ve kanatsız diye ayrılıyordu. Kanatsızlar genellikle işçi sınıfına gönderiliyordu ve Lulu'da bunlara dahildi. Ben ve benim grubum ise Jhon'un önderliğinde kanatlılara özel avcı sınıfını oluşturuyordu. Jhon tam bir despottu. Ağır ve yorgun görüntüsü dışarıda ne kadar vakit geçirdiğinin göstergesiydi. Antenleri dimdik bacakları ise tamdı. 3 mevsim dışarıda avcılık yapan bir altı bacaklı için oldukça iyi görünüme sahipti ama bu despot olmasını değiştirmezdi tabi.Jhon'un o gün anlattıklarını çok az anımsıyorum. Genel kurallardan bahsedip durması, farklı canlılarla kesinlikle iletişim ve koku salınımına girilmemesini, her gün doğumu ava çıkmadan önce ahit önünde saygı duruşuna geçmemizi ve Yaratıcının bizlere bahşedeceği tüm yiyecekler için şükretmemiz gerektiği unutmamızı tembihlemişti sanırsam.Jhon'u oluşturan şeyler kanatlar ve bacaklar değildi, onu bir bütün haline getiren şey kurallardı. Bir despota da bu yakışırdı.


                                                         
                 
                                                   

1.5

Gruplara ayrıldığımızdan beri 5 mehtap geçmişti ama hala Lulu'yu görememiştim. Benim daha mühim bir işim vardı. Derslerin bitiminden hemen sonra  ilk görev için hazırlıklarımızı yapmaya başladık.
 Jhon'un istek ve emirleriyle harekete geçmek için ışık meydanında toplandık. Görevdeki türdeşlerime artık yoldaş diye hitap ediyordum. Sonuçta artık aynı dava için hayatlarımızı tehlikeye atacaktık.
Meydandaki yoldaşlarımın ve benim dikkatimi Lahit çekmişti. Gün doğumuyla birlikte üzerindeki harfler hafif bir parlaklıkla belirginleşti. Üzerinde ince ince işlenmiş minik harfler vardı. Ben dahil çevremdeki türdeşlerimin hiçbiri bunu okumayı başaramadık.Üzerindeki minik harflerde neyi anlatmak istiyordu acaba? Yoldaşlarımın pek umursadığı zannetmiyorum.Dikkatimi tekrar meydandaki hazırlıklara  yönelttim. Meydandaki koku heyecan vericiydi. İlk defa dışarıya çıkacaktık ve salgıladığımız kokular meydanı adeta esir almıştı. Yoldaşlarımın heyecanlı kıpırdanmaları eşliğinde kendi heyecanımı bastırmaya çalıştım. Jhon gelene kadar düz bir hizada sıralanıp bekledik. Jhon geldiği sırada Lahit'e bir bakış atıp sıranın önüne geçti. Bakışlarında gurur ve nizam okunuyordu. Sıranın başına geçtiğinde güneş tam da onun bulunduğu yere düşüyordu. Gruba dönerek ;


-"Yaşamınızın en kadir görevi için hazır olduğunuzu hissediyorum. Dışarı çıkacağınız ilk an her zaman unutulmazdır. Benim liderliğimde ve Yaratıcımız Eltanin korumasında daima görevimizi yerine getirmek için çabalayacağız. Birbirinizi kaybetmeyin ve çok uzaklaşmayın. Benim arkamdan koku salınımımı takip ederek gelin. Birbirinize yakın uçmayın. Herhangi bir yiyecek ya da işe yarar bir şeyler gördüğünüzde beni bulun. Mevsimlerden veda(Sonbahar) olduğu için yukarıdan düşen yapraklara dikkat edin. Birlikte bu yüce kovuğu bereketlendirelim. Hadi şimdi havalanın benim ardımdan!"



Büyük bir duygu patlaması yaşandı ve Jhon bu duygu salınımlarını aldırış etmeden yuvadan çıktı. Sıra sıra yükseliyorduk. Sıra bana geldiğinde aydınlığa doğru korkuyla yükselmeye başladım. Heyecanımın yerini korku almıştı. Dışarıdaki bilinmezlik beni ürkütmesine karşın tam ileri ki hizadan gelen salgıların belirginliği karşısında şaşırmıştım. Jhon'un kovuktan çıkmasına karşın ardında bıraktığı salgıları takip etmek kolaydı. Devasa kara delikten çıkmak üzereydim. Işık git gide görülerimi köreltiyordu. Dışarıya süzüldüm. Işığın huzmeleri ardından gördüklerim ise paha biçilemezdi. Her yer renkliydi! Bunlara renk deniyordu. Kovukta yalnızca yeşil,siyah ve kahverengi öğretilmiş ve gösterilmişti, başka türlü renklerin olmayacağını düşünmüştüm ama yanılmışım. Karşımdaki şey inanılmazdı. Her şey rengarenk ve kocaman sütunlardan oluşuyordu. Sütunlar o kadar yüksekti ki uçmama rağmen  yetişemiyordum. Tam yeni keşifler planlarken Jhon'un salgılarının git gide azaldığını hissettim. Bir anda yüreğimi korku kapladı. Bu yaban diyarlarda, Yaratıcının ışığının gölgesinde bir gece bile hayatta kalamazdım. Hemen önümdeki salgı dizilimini takip etmeye başladım. Jhon'un uyarılarını ne kadar önemli olduğunu anlamaya başlamıştım.. Devasa sütunların altından geçerken dikkat ediyorduk. Yukarıdan dev yapraklar atıp bizi alt etmeye çalışan varlıklar vardı sanki! Bu veda dönemi Eltanin'in uykuya çekildiği vakitti. Bizi koruyacak bir güç olmayacaktı. Korku salınımlarımı dikkatlice gizleyip sırayı yakaladım. Her birimiz ortasında devasa bir sarı öz bulunan ve çevresinde beyaz yaprakları olan sütuna konmuştuk. Jhon bu sarı özün üzerindeydi. Hiç beklemeden konuştu;

-"İleride büyük bir sütun var. O sütunun yaprakları oldukça besleyici. Ama bir sorunumuz var."

Sorunu söylemeden anlamıştık. Farklı bir salgı (feromon) vardı. Ne korku ne de heyecan, hiçbir şey anlaşılmıyordu. Yabancı bir salgıyı ilk defa hissediyordum. Çevremdeki türdeşlerimde korkuyu gözlemleyebiliyordum. Jhon'un varlığından dolayı korku salgılarını yaymamak için özen göstermeye çalışsalar da duruşlarındaki kararsızlıktan anlaşılıyordu. Jhon,tam o sırada konuşmadan ben konuştum;

-"Peki bunlar bizim türdeşlerimiz mi? "

Çevremdekiler benim konuşmam üzerine şaşırdı. Ama sarı özün üzerindeki Jhon hiç şaşırmamıştı;

-"Bir bakıma evet" dedi. Düşünceli görünüyordu.Gözlerini yüksek sütunun altındaki yabancı türdeşlerinden ayırmıyordu.

- " Bizim türdeşlerimiz oldukları halde neden onların salgılarını algılayamıyorum ? "

-" Çünkü onlar inançsız, Eltanin'in yüce ışığından kaçan sapkınlar onlar!" dedi ve  "Bir çaylağa göre meraklı sorular bunlar. Adın ne senin ?"

-"Greg efendim adım Greg."

-"Bak Greg.Onlar bizden değil.Bizim türdeşlerimiz olabilir ama bizim yoldaşımız değiller.Bizim ruhumuz saf ışıkla kutsandı, onlar gibi karanlığın esirleri değiliz. Bu algılaması zor bir şey değil.Dediklerimi fazla düşünme. Zihnini sağlıklı tutmak istiyorsan şüpheye yer vermemelisin. Bir kere o şüphe tohumunu zihnine ekilmesine izin verirsen yeşermesini ne yaparsan yap engelleyemezsin. Yeşerdiğinde ise aynı onlar gibi olursun, ruhunu karanlığa teslim edersin. Bizler ışıkla var olduk ve ışıkla yükseleceğiz. Onlar gibi alaca karanlıkta yok olmayacağız. Şimdi soru sormayı kes ve hazırlan.O inançsızlar yuvamıza oldukça yaklaşmış ve bizim yiyeceklerimizi gasp ediyorlar. Bunu kraliçeye bildirmeliyiz.Aynı düzen ile geri dönüyoruz!"
.
Şaşkınlığımı üzerimden atıp hazırlandım. Sırayı bozmadan kavuğumuza geri dönmeye başladık. Yuvamızın yerini Jhon'un salgıları olmadan asla bulamayacağımızı o an anladım. Adeta bizi tebaası haline getirmişti. Jhon ya da bir başka deneyimli yoldaş olmadan bu yuvadan çıkmak kaybolmakla sonuçlanırdı. Yuvaya dönüş yolcuğumuz sırasında kafamda bir çok soru işareti vardı. Jhon'a başka soru yöneltmeden yuvaya geri döndük. Jhon üst kovuklara doğru yönelip günün raporlarını paylaşmak için Kraliçenin yardakçılarına gidişini izledim. Anlaşılan bu ruhsuz türdeşlerimiz bize sorun yaratacaktı ya da biz onlara, ne olacağını kimse biliyormuş gibi görünmüyordu. Neler olacağını bilememek oldukça sıkıntı verici.
Birden aklıma derslerde bir eğitmen yoldaşımızın benim bir sorum karşısındaki cevabı aklıma gelmişti;
-" Fazla merak iyi değil yoldaş! Sonun Robin'e benzer bizden demesi. Şüphe zararlıdır. Şüpheyi hissettiğiniz an Yaradana  sığının, mantığınıza değil!"  Eğitmenler bunun üzerine Robin'den bahsedip keyif ve merak salgılarını kuvvetlice yaymışlardı. Sohbetlerini epey uzun tutmuşlardı. O zaman gerekli olmaz diye dinlememiştim, Robin hakkındaki detayları. Ama şimdi bu detaylara kullanma zamanım gelmişti. Robin denen türdeşi bulup sorularımı, zihnimi bulanıklaştıran soruları sorabilirdim. Ama aralarında tek bir soru zihnimi diğer sorulardan daha fazla meşgul ediyordu. Işık meydanındaki Lahit'te ne yazıyor olabilirdi ?
Robin'e gitmekten pek zarar gelmez gibi görünüyor.
 Gittiğim bölge,yuvanın en uzak köşesi ve en az ilgi gören kısmıydı. Arşiv tarafı, lahit'in hazırlanıp yazıldığı yer olarak anılıyor. Kısaca Robin'in yaşadığı yerdi.



                                                               

1.6



Toprak sığ yapıdaydı. Ne ıslak ne de nemli, yaprakların üzerine geçirilmiş tüm bu yazıların zarar görmemesi için,bu kovuğun yukarısına özel delik tünelleri açılmıştı. Işık meydanından sonra burası ilgimi cezbetmemişti. Ne yazıldığını anlamadığım tüm bu yaprak demetleri arasında kendimi yalnız hissediyordum. Bu duygu, tarif edilemez bir bunalımı getiriyordu üzerime.En derin kuyulara düşmüş bir canlı gibi hissettiriyordu. Minik havalandırma tünellerinden ışık gelmiyordu gerçi buna ihtiyaçta yoktu. Yaprakların üzerindekileri okuyamadığımdan ışığa ihtiyaç yoktu. Robin'in koku salınımını az da olsa hissediyordum. Sanki, ipin üzerinde akrobasi yapan bir altı bacak gibi koku salınımını takip etmeye başladım. Bunca yaprak ve üzerindeki tanınmaz yazılar ne işe yarardı ki ? Bunca çabanın nedenini algılayamıyordum. Zaten larvadan çıkar çıkmaz bize öğretilenler neyimize yetmedi ki? Büyük sütunları, hangi yaprakların daha çok besin içerdiklerini, nasıl tarım yapılacağına dek her birini öğrendik. Acaba tüm bu yazılanların Eltanin ile ilgisi var mı? Eğer öyle olsaydı Kraliçe burayı sık sık ziyaret ederdi. Duyduğuma göre Kraliçe bu kovuğun ıssız köşesine bir kere bile teşrif etmemiş, ziyareti gerek görmemişti. Yazılanlar ne ile ilgili olduğunu yoldaşlarımdan kimse bilmiyordu. Eski altı bacaklılardan mı kalmıştı tüm bu açıklanamayan hatıralar? Tüm bu soru cereyanına fazla direnemediğim için Robin'i bulmaya koyuldum. Dar tünellerden geçiyor, daha dip köşelere iniyordum. Duvarlarda yine anlayamadığım bir takım yazı ve semboller vardı. Semboller genellikle güneş ve ayı simgeleyen bir çok karalamadan oluşuyordu. Ama farklı çizimlerde vardı. Uzun ve paralel bir çizgiye tutunmuş bir yaratık, pençeleri sivri ve vahşi ağız yapısıyla resmedilmişti. Daha önce bu tür canavarları Jhon'un anlattıklarından hatırlıyordum. Jhon bu tür yaratıkların karanlıktan güç aldığını ve karanlıkta avlandığını anlatıyordu.Neyse ki yuvamızın kutsal ışığı bizi türlü türlü canavarlardan koruyordu. Ama burası, burası sanki bir canavarın ini gibiydi. Karanlık ve kasvetli tünelin duvarlarındaki bu canavarlar sanki gölgelerin ardında saklanıyormuş gibi duruyordu. Tünel, tek bir altı bacaklının geçebileceği genişlikte aşağıya doğru iniyordu. İndikçe aşağıdaki hava ağırlaştı ve semboller gitgide azaldı.Aşağıya indiğimde karşıma oval bir genişlikte ayrı bir kovuk çıkıverdi. Duvarlarına yapraklardan resmedilmiş bir çok canavar-iblis sembolleri vardı. Yukarıdaki tünellerde olanlardan daha farklı şekillerdi. Yoldaşlarımın ya da türdeşlerimin neden Robin'den uzak durduklarını şimdi daha iyi anlıyordum. Bu sağlıklı bir zihnin yapıtları değildi. Sağlıklı bir altı bacaklı bu tarz sembol ve yazılarla fazla işi olmamalıydı. Her zaman yapacak iş, yuvaya götürülecek birçok yaprak duruyorken bu tarz israflar görmezden gelinmemeliydi. Kraliçe bile buraya uğramazken yardakçıları gönderip burayı toprak altında bırakabilirdi. Bir anda sesler işitmeye başladım. İleriden tıkırtılar geliyor, sanki birisi yapraklarla uğraşıyordu. Yapraklarla uğraşmak mı ? Ben bile bu düşünceyi nasıl zihnimden geçirdiğimden dolayı bir tiksinti hissettim. Yapraklar yenmek içindir. Eltanin bize bahşettiği tüm bu besinleri tüketmemiz için gönderirken bu tarz israflara ne gerek vardı? Nitekim hissettiğim tiksinti boşuna değildi. Robin düz bir eğride, yaprağı dik bir açıyla duvara yaslamış halde duruyordu. Üzerine ellerindeki koyu lekeyi bulaştırıp onları sembolleştirmeye çalışıyor gibi görünüyordu. Tabi bunu hiç merak etmiyormuş gibi davranıp ondan uzak bir köşeye sembolün az olduğu 'normal' bir köşeye doğru yöneldim. Benim geldiğimi çok önceden anlamış olmalıydı. Bu tünellerden aşağı inerken rüzgarı sırtınıza alırdınız. Bu hafif esinti sizin salınım kokularınızı çok uzaklara kadar taşırdı. Robin'in bu tünelleri inmekte olanları hissetmesi kaçınılmazdı. Kurnaz herif! Tam düşüncelerimle kaynaşırken seslendi;

-"Seni daha önce görmedim genç türdeşim? Kimsin sen bakalım söyle bana."



-" Adım Greg,yalnızca zihnimde bir kaç soru birikti, cevaplayacak kaçık birilerini arıyordum. Nedense yoldaşlarım bana bu yuvada ki tek kaçığın siz olduğunu söylediler."

Yoldaşlarım kısmı tabi ki yalandı. Bir keresinde yardakçıların arasındaki sohbetten duymuştum Robin'i. Soru sorabileceğim ender kişilerden biriydi. Fırsatı değerlendirmek için beklemeye tahammül edemedim.

-" Pek bir sivri dile sahipsin bakıyorum da. Sor bakalım sorularını, benden hangi cevapları dilersin?"

-"Dilemek mi? Ah doğru! Kaçık olduğunu unutuyordum az kalsın!Önemli bir eğitmen'imin dediği gibi kendini zeki zanneden altı bacaklılardan münakaşaya girmememi tembihlemişti.Senden bir şeyler dilemiyorum, yalnızca cevaplanması gereken birkaç sorum var o kadar."

-" Kraliçenin yardakçılarından ne zaman bir eğitmen çıktığı görülmüş ki? Belli ki daha yeni sorularla mücadeleye başlamışsın. Genellikle senin gibi çömezler yeni bir şeyler keşfedince aydınlanırlar ya da aydınlandıklarını zannederler. Oysa antenleriyle hissedemedikleri onca sır varken."

-" Sır mı ? Yani evet bazı bilinmezlikler var ama bunlar genellikle sıradan şeyler, öğrenimi doğrultusunda bizlere bir şeyler katmayacağı düşünüldüğünden öğretilmiyor."

-" Hıh öyle demek.Ya tüm bu hayat mücadelen bir 'sır' dan oluşuyorsa ?"

-" Hayat mücadelem yuvam için verdiğim hizmetlerin bir bütünüdür. Yüreğimdeki ışık benim için kaybedilmemesi gereken en önemli amaçtır. Benim yaşamımda sır olduğunu zannetmiyorum."

-"En büyük sır itaat ettiğin şeylerde genç türdeşim.İtaat mekanizması, zihni hapsetmek için kullanılan en iyi icattır. Ama bakıldığı zaman zihni hapsedebilecek hiçbir güç yok. Merak, zihni kamçıladığı an zihin hapsedildiği delikten kaçar. Özgürlüğü bir kere tattıktan sonra da bir daha asla hapsedilemez."

O zamanlar zihnim göremediğim yerlerinden zincirliydi. Bu tam 4 mevsim öncesiydi. Şu an özgürlüğümü çok önceden tatmama rağmen Robin'in dediği gibi bir daha asla hapsedilmesine izin vermedim, veremezdim. Robin ile ilk münakaşa böyle bir tartışma ile başlaması aslında gayet iyiye işaretti. Sorularımı sorma zamanım gelmişti, hatırlayabildiklerimi kelime kelimesine aktarmaya gayret gösteriyorum. Sohbetimizin aykırılığı devam ediyordu;


-" İtaat ettiğim şey yalnızca Yaradan. Yaradana itaat etmeyip de kime itaat edecektim ki başka ? Bunca ışığın ve kudretin sahibine. Bir Yaradana değil de bir despota mı itaat edecektim? Senin gibi birine mi mesela? "

-"Soruları sor ve buradan git türdeşim. Antenlerini aşan konulara girişmeni önermem. Hem itaat etmen gereken tek şey yüreğindir. Bir zalime itaat edeceğine, içindeki saf yüreğine itaat et."

-"Birçok sorumu soramamış olsam da, en fazla kafamı kurcalayan soruyu sormak istiyorum. Işık meydanında ki Lahit üzerindeki yazıların anlamını biliyor musun ?"

-" O Lahit çok kadim bir sır. Üzerindeki yazıları hala araştırıyorum. Ama yazının ilk iki cümlesinin ötesine erişemedim henüz. Ne o,her gün ettiğin yeminlerden şüphe mi duyuyorsun?"

-" Asla! Yalnızca merak ettim o kadar, hem buraya gelerek ne kadar budalalık etmekte olduğumu görmüş oldum. Baki kal türdeşim!"

-" Hıh, demek yanılmışım. Merak sende kamçı görevi üstlenmiyormuş. Çok ender yanılırım oysa ki."

Antenlerimi geldiğim taraftaki tünele doğru yönelttiğimde, zihnimin derinliklerine gömdüğüm şüphenin çırpınışlarını hissetmeme sebep olacak soruyu işittim;

-" Gitmeden önce söyle bakalım, Lahit'in ilk cümlesini merak etmiyor musun? Bilinmezliğin getirdiği hüsran ve nefretle başlattığın bu sohbeti merakın cazibesiyle sonlandırma fırsatı veriyorum sana."

Olduğum yerde kalmıştım. Lahit'in ilk iki cümlesi ne olabilirdi ki ? Her gün önümüzde duran o gerçeklik neydi? Soru silsilesi karşısında olduğum yerde çakılı kalmıştım. En sonunda merakıma teslim oldum;

-" Lahit'in ilk iki cümlesinde ne anlatılıyor?"

-" Pek önemli bir şey ifade etmiyor. Metnin ilk iki cümlesinden fazla anlam çıkarmak ahmaklık olurdu. Ama yinede merak ediyorsan söyleyeyim; TÜM BU BAŞLANGIÇ BİR SONA DOĞRU MU UZANIYOR? (....) ONUN KUDRETİNİ İDRAK EDENLER, ONUN YARATTIĞI YAPAY DÜŞLERDE DOLANIYOR."

-" Tüm bu başlangıç mı? Hem noktaların anlamı ne?"

-" Onları henüz çözemedim."

-" Kesin bir Yaratıcının kudretinden bahsediyor. Yani Eltanin'den!"

-" O kadar acele etmemelisin. Eltanin'in geçtiği bir metinde soru işaretine yer verilmez değil mi?"

Ah! bu konuda haklıydı. " Yapay Düşlerde" dediği kısım şüpheye yer veriyordu. Yaratıcının olduğu bir yerde şüpheye yer verilmez. Hatta aynı cümlede kullanmak bile itaatsizliğe, mutlak karanlığa doğru sürgün edilmek anlamına gelirdi

-" Peki, Yaratıcıdan bahsetmiyorsa neyden bahsediyor?"

-"Bilmiyorum. Yaratıcıdan bahsetmediği kesin. Hem metni yazanın Yaratıcıya inandığını hiç sanmıyorum. Hülyaların sebebini O'na bahşetmiş olabilir. Ama cevabı bulmam için daha fazla yaprağı incelemem lazım. Kraliçenin yardakçıları beni sıkıştırmasalar daha hızlı çevirebilirdim tüm bu metinleri. Hem metinleri çözümlemem için daha fazla Amonyak Sülfata ihtiyacım var. Ama o ahmaklar bu ihtiyaçlarımı görmezden geliyor."

-" Yardakçılar neden seni sıkıştırsın ki? Eminim onlardan metnin anlamını merak ediyorlardır."

-" Hiç sanmıyorum.Onlar itaatin koruyucuları. İtaatin gücü bilinmezlikten gelir.  Eğer bilinmezlik ortadan kalkarsa zincirlerde görünmez kılınır. Bu da değişime yol açar. Despot bir akla sahip yönetim değişimden hoşlanmaz."

-" Kraliçeyi eleştirmek bana düşmez. Yardakçılarını ne kadar sevmesem de Kraliçenin bir bildiği vardır. Bunca mevsim boyunca bu yuvanın geleceği için çalışmış birini eleştiremem.Hem merak ettiğim sorunun birazını öğrenmiş oldum. Sivri diline rağmen Teşekkür ediyorum. Antenlerin ışık görsün!"


-" Antenlerim yeterince ışık gördü, Greg. Yine de rica ederim. Bacaklarına ve antenlerine mukayyet ol! Dışarıya süzüldüğünde dikkatli olmalısın, Dışarıda beklediğinden daha fazlası var."


-" Yalnızca avcı devriyeleriyle bir defa dışarı çıktım. Hem nereden bildin yuvanın dışına çıktığımı?"


-" Bu sorular dışarıya süzülünce zihne girer. Dışarıda zincirler pas tutar, işlemez."


-"Anladım. Devriyedeki yoldaşlarımın yanına dönmem gerek. Sayıma az kaldı. Güneşin batışını Lahit önünde gerçekleştiriyoruz da. Güneşi, yuvanın bu tarafında alçaldığını hissedemiyorum hatta varlığını bile unutuyorum. Güneşi hissedememek ruhumu daraltıyor sanki!"


-"Biliyorum, Greg. Biliyorum, ruhundaki filizlenmenin karanlıktaki etkisini. Her fikrin güneşe ihtiyacı var. Şimdi git bakalım, güneşi ardına alma sakın!"

-"Elveda."

Ne tuhaf bir kaçık bu!  İlk karşılaşma için uygun bir sohbet havası olur diye beklemiştim.Tabi karşımdaki kişi Robin olunca uygunluk kısa bir zaman tedavülden kalkmıştı.
Bunca bilgi birikimi nasıl böyle birinde toplanabilir ki?
Sinir bozucu! Antenlerinin yamuk oluşu ve aşırı yıpranmadan anlaşılacağı üzere uzun zamandır gün ışığına çıkmamış. Bunca bilgi kaç mevsimlik bir yaşamın eseriydi acaba? Dedikleri gibi; Robin'e soru işaretleriyle gelirsen ellerindekinden daha fazlasıyla geri dönersin. Denildiği gibi de oldu, gelenek bozulmadı.








                                BİRİNCİ KISIMIN SONU.

                                                          


                                                                                           27.02.2020
                                                                                                       

 .









Yorumlar

  1. Öncelikle merhaba,
    Kadim dostumun ilk eserinde bu denli geniş bir yaratıcılığına şahit olmak beni çok mutlu etti.

    Eserin Devamını mutlak bir şekilde bekliyorum...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar