Bisikletçi Dükkanı






Aydınlık etkisini yitirmeye başlamıştı. Karanlık, kara bulutlar eşliğinde hakimiyeti ele geçirmek için hareket halindeydi. Yağmur damlacıkları peşi sıra düşüyor; sert rüzgara eşlik ediyordu. Elimdeki kitabı televizyon ünitesinden bozma masama bırakıp odamın penceresini açtım. Dışarıdan gelen soğuk hava ile beraber odadaki bayat koku etkisini yitirmeye başlamıştı. Soğuk havanın etkisiyle yatağa uzanıp tavanı seyretmeye başladım.  Bilgisayardan gelen ve adeta her saniyesinde karamsarlık seviyemi yükselten müziği kısmak için ayağa kalktım. Ve müziği kısmak yerine bilgisayarı kapattım. Aniden zihnime ve ruhuma sızan harekete geçme isteği karşısında teslim olarak kapının arkasında asılı duran siyah eşofmanımı giymeye başladım. Ardından ise bisiklet kaskımı kafama geçirdim. Telefonumu ve kulaklığımı da cebime koydum. Cüzdandaki parayı kontrol ettikten sonra dış kapıya yönelip dışarı koridora çıktım. Kilitli bir şekilde duran hırpani durumdaki bisikletime göz attıktan sonra kilidi çözdüm ve bisikleti bir kat aşağıya indirdim. Apartmanın dış kapısını açtığım anda ise yüzüme vuran soğuk hava ile günümün geri kalanının zorlu geçeceğini kavramam bir oldu. Bisikletime bindim ve kulaklıkları taktım. Müzik listemi ayarladıktan sonra pedallara asıldım.

 

Yağmur şiddetini arttırmış; gözlük takmama izin vermemişti. Kafamdaki kask sayesinde yağmurdan çok etkilenmiyordum. Yalnızca miyop olmanın zorluklarını yaşıyor; ıslak ve blu görüntüler eşliğinde bisikletimi sürmeye çalışıyordum. Araçların stop lambalarına dikkat ederek yanlarından geçtim. Su birikintilerine dikkat ederek yürüyen yayaları gördükçe içimdeki tiksinti artmaya başladı. Neredeyse her su birikintisine hızlıca dalarak ve etrafa su sıçratarak geçtim. Aykırı ve saçma hareketlerde bulunmak özgürlük hissiyatımı arttırıyordu.

İnsanın ağzındaki dişler misali dizilmiş, her biri birbirinden farklı boyutlardaki binaların arasından geçerek bisiklet tamircisinin dükkanının bulunduğu sokağa girdim. Havanın yağmurlu ve soğuk oluşundan dolayı dükkanın kapalı olmasını beklerken içeriden gelen ışığı görünce rahatladım. Tam dükkanın önünde durarak bisikletten indim. Dükkan tahmini olarak 20m’2 boyutlarındaydı. Dış kapısının yanına zincirlenmiş bir şekilde duran el arabası dikkat çekiyordu. El arabasının bağlı bulunduğu demire ise bisiklet dükkanının flaması yerleştirilmişti. Dış kapının cam yüzeyine birçok etiket,süs ve fotoğraf yerleştirilmişti. Etiket ve süsler tamamen çocukların ilgisini çekebilecek türden şeylerdi.  Fotoğraflar ise dükkan sahibinin yani Emin abinin gençlik zamanlarından kalmaydı. Bu fotoğraflarda ilk göze çarpan şey Tiyatro oyuncu kimlik kartıydı. Emin abinin zamanında yer aldığı tiyatro grubundan geriye tek bu kalmıştı. Adeta kanıtlarcasına kapısına asmış ve her gün dükkanı açarken bu fotoğrafa bakmakla yetinmişti. Belki de her baktığında pişmanlık hissediyordu. Ama bir yandan da gurur duyuyor olabilirdi. Diğer fotoğraflar ise ismini bilmediğim türkücülerle çekilmiş fotoğraflardı. Birkaç farklı türkücü ile fotoğrafı vardı. Ve türkücüleri birbirinden ayırt etmek zordu. Her biri birbirinin kopyası gibiydi. Yağmur şiddetini iyice arttırdığından dolayı kapıyı yavaşça çaldım. İçeride diz çökmüş bir şekilde bebek arabasının lastiğini sökmeye çalışan Emin abi, bu yağmurda gelen ziyaretçisine şaşırarak kapıyı açtı.

“ Abi müsait misin? Bisikletimin arka jantının ayarı epey bir bozuldu. Yalpalayıp duruyor, bakabilir misin?”

“ Gel içeri, hallederiz.” Dedi Emin abi, her zamanki misafirperverlikle. Dışarıdaki soğuk havanın aksine dükkan sıcacık ve temiz kokuyordu. Minnettarlıkla içeri girdim. Dükkanın için küçücüktü. Duvarlar bisiklet lastiği,jant, lastik pompası, suluk, çamurluk ve bir ton öteberi ile doluydu. Aslında bu manzara bana yabancı değildi zira bir bisiklet dükkanında bulunması garip karşılanmayacak şeylerdi bunlar. Ancak gözlerimi duvardaki raflardan aşağıya doğru çevirdiğimde ise gördüklerim karşısında şaşırıp kalıyordum. Neredeyse envai çeşit hurda ve parça dükkanın içerisine doluşmuştu.

“ Buna akort ayarı yapmak lazım. Şu vidaları sökelim önce…” dedikten sonra pratik bir şekilde arka lastiği yerinden çıkarttı. Ardından ise dükkanın en uzak köşesindeki kolinin içerisinden, ofis sandalyelerinin en alt kısmında bulunan ve lastiklerin monte edildiği yuvarlak parça ile iki uzuvlu bir metal sıkıştırıcı ile geri geldi. İmkansızlık içerisinde debelenen yaşamlara has olan o yaratıcı pratik çözümlerin bir benzerine şimdi tanık oluyordum. Yavaşça köşeye kaykılıp en sevdiğim şeyi yani bu yaşamda aktif rol oynamış birisini gözlemlemeye başladım. Tam arkamdaki köşeye kaykıldığım sırada bebek arabasına çarptım ve arabanın alt cebinin içerisindeki yavru kediyi gördüm. Cebin hemen yanında ise plastik bir kabın içerisine hazır döner eti ve ciğer parçaları konmuştu.

“ Bu tatlı misafir kim, Emin abi?” dedim, gülümseyerek.

“ Annesi bırakmış, annesi yok, biliyor musun? Bulamadık da. Yağmurdan dolayı dışarı da bırakamıyor ki insan. Şimdi bu canlı tamam mı? Bunu dışarı soğuğa ve açlığa bırakmak insanca değil yani.” Dedi Emin abi ve gün boyunca biriktirdiği o kelimeleri ardı ardına sıraladı,

“ Bugün dükkanı biraz geç açtım. Bizim çocuğu hastaneye yatırdık.” Dedi Emin abi, bir yandan elindeki halka şekildeki alet ile jant demirlerini özenle sıkıştırarak. Yerdeki pas ve kırıntıların üzerine diz çökmüş bu adama duyduğum saygının nedenini anlayamıyordum. Ama söylediği kelimeler bana dokunduğu için,

“ Ne oldu abi, geçmiş olsun.” Dedim, sakince.

“ Şizoid kişilik bozukluğu, biliyon mu?” dedi gözlerimin içine bakarak. Hemen akabinde cebinden şişkince biraz da beceriksizce sarılmış sigarayı çıkararak. Ardından sigarasını yaktı ve dumanın çıkması için dış kapıyı hafifçe araladı.

“ Biliyorum.” Dedim yavaşça. Çok da yarasını deşmek istemeyerek.

“ Hayır, anlamıyorum ki! Dün ambulansı çağırdık ilgilenmediler bizimle. Bizim çocuğu gördüler ve bir şey yapamayız diyip gittiler. Ya illa müdahale ya da tedavi için birinin kriz mi geçirmesi gerekiyor? Çocuk iyi değil. O gün sürekli bana gelip, ‘Baba polisler gelecek az sonra! O adamdan dolayı, hazırlıklı olmalıyız.’ Diyip durdu. Anladım ben onun yavaştan krize girdiğini. Ama ambulans hiçbir şey yapmadan gitti. İlla mevki sahibi mi olmak gerek? Anlamıyorum ki.” Dedi Emin abi, sigaradan kuvvetlice çekerek. Uzun bir fırt çektikten sonra sigarasını yerdeki 14 numaralı anahtarın üzerine güzelce yerleştirdi. Ve yerdeki kararmış eski çocuk tişörtüne ellerini silerek,

“ Yani aslında benim çocuğa üç ay önce elektro şok tedavisi uygulanmıştı. Düzelmiş gibiydi. Her şey yolunda gidiyordu.” Dedi Emin abi, üzüntüsünü belli etmemeye çalışsa da anlaşılıyordu.

“ Xanax tarzı ilaç kullanıyor mu?” dedim, merakla.

“ Ya ilaçları bırakmış bizim çocuk. Düzeldim diye bırakmış ilaçları.” Dediği sırada elindeki jantı hızla kendi ekseninde döndürdü. İki başlı metal sıkıştırıcının hemen alt kısmında bulunan iki yatay parça, dönen jantın sabit bir şekilde dönüp dönmediğini sürtünme yoluyla gösteriyordu. Jant bir dönüşte en az üç kere sertçe bu parçalardan birine sürtündü. Bu sürtünen kısımları hızlıca belirleyen Emin abi elindeki halka şeklindeki alet ile işine devam etti.

“ İşe girecekti bizim ki. A101’e başlayacaktı. Hem sigortası da olacaktı. Bir işimiz düzgün gitmiyor. Bir şeylerin düzgün gitmesi için mevki sahibi mi olmak gerek illa? Biz böyleyiz işte,” dedikten sonra iki elini havaya kaldırdı, “ tamirciyiz işte. Hayatımız hep zorlukla geçti.” Dedi üzüntüyle. Yerdeki sigarası dikkatini çektikten sonra sağ eliyle sigarayı alarak derin bir nefes çekti. Üzüntüsü dağılsın diye dükkana hızla göz attım ve,

“   Dükkanı kaç yıldır kullanıyorsun?” diye soru sordum, gereksizce.

“ 10 yılı aşkındır. Önceden iki mahalle aşağıdaki dükkandaydım. 15 yıl orada aynı işi yaptım. Sadece bisiklet tamir etmiyorum.” Dedi Emin abi, hem arkamdaki hem de dükkanın sağ arka köşede, bir tekerliği sökülmüş halde duran bebek arabasını göstererek, “hurdacılıkta yapıyorum. Ama böyle su şişelerini filan toplamıyorum yani. Daha belirgin şeyleri alıyorum. Plastik bulursam alıyorum ya da metal tarzı şeyleri. Plastiğin kilosu 3 lira oldu.Bak bugün mesela yağmur, soğuk demeden çıktım iki tane bebek arabası buldum geldim. Tertemiz yani.” Dedi Emin abi, dalgın bir şekilde. O sırada dükkana daha dikkatli göz gezdirmeye başladım.

Kapının hemen sağ köşesinde küçük bir masa ve yanında ise masanın boyutlarında bir soba duruyordu. Masanın üzerinde, neredeyse eskiden her evde bulunan ve adını bir türlü bilmediğim, kahverengi bir saksının içerinde çiçek duruyordu. Yapraklarının uçları hafiften renk kaybetmeye başlamıştı. Masanın çekmecesi ise yarıya kadar açıktı. İçerisinde ajanda, kağıt, kalem, tuşlu telefon ve öteberiler göze çarpıyordu. Bakışlarımı kapının oradan ayırıp içeriye doğru gözlemlemeye devam ettiğimde ise odanın hemen uç köşesinde bulunan kutu dikkatimi çekti. Nitekim kutunun için ağzına kadar kavanoz kapağı ile doluydu. Hemen yanında ise adeta preslenmiş bir şekilde birkaç tane zeytinyağı tenekesi vardı.

 Zemin genel itibari ile beyaz fayans ile döşenmiş ancak zamanla kararmıştı. Yerlerde ise yarısına kadar dolu olan kahve kavanozu, içi boş kraker paketi, deodorant şişesi, sapı meşeden yapılma küçük bir balta, iki tane maket bıçağı ve bir sürü bisiklet parçası zemine yayılmış bir şekilde duruyordu. Birbirinden farklı alanlarda kullanılan tüm bu ürünler burada, Emin abinin dükkanında, apayrı bir atmosfer yaratmışlardı. Düzensizliğin albenisi dükkana ayrı bir yaşanmışlık havası katıyordu. Dükkanın duvarları ise yarı yarıya raflarla doluydu. Raflarda ise zeminin aksine bisiklet ile ilgili parçalar bulunuyordu. Duvarlar yaklaşık 4-5 sene önce alçısız bir şekilde beyaz boya ile kaplanmıştı. Ancak şimdi neredeyse her bir noktasında minik pıtırtılar peyda olmuş; duvarın kenar köşeleri ise örümcek ağları tarafından ele geçirilmişti. Dükkanın en sağ köşesinde duvara dayalı bir şekilde duran paslı merdiven göze çarpıyordu. Ve merdivenin hemen üstünde kapak bulunuyordu. O sırada bir kıpırdanma oldu. Arkama duran bebek arabasındaki yavru kedi tedirgin bir şekilde gerindikten sonra korkulu bakışlarla beni süzmeye devam etti.

“ Aslında benim çocuğun hep asker olmasını istemiştim. Lise üç terk benim çocuk. Orta okul tahsilli gözüküyordur değil mi şu an?” dedi Emin abi, merakla.

“ Sanırım.” Dedim.

“ Ah! Sınıfta kaldığını son gün hocası söyledi bize. Zaten çocuğumu istemiyorlardı. Hatta rehberlik öğretmeni bir gün ona şeyi sormuş, “ Sizinkiler akraba evliliği mi yaptı?” görüyor musun, istemiyorlardı bizim çocuğu. Hiç istemediler. Ben çok çabaladım okusun diye ama işte ya ne yaparsın. Asker ol dedim ona. Aslında askere gidecekti ama askere bu tarz hastalıkları olanları almıyorlarmış. Bir gün bana ‘ baba söyleme sakın hasta olduğumu. O şekilde askere gidebilirim.” Demişti. Sence böyle olabilir mi? Anlarlar mı?” dedi Emin abi, merakla.

“ Abi daha önce bu hastalığa özel ilaç aldıysanız ya da yazdırdıysanız sistemde gözüküyordur. Anlarlar yani. Ayrıca bu çokta iyi bir fikir değil. Ya bunu saklayıp giderse ve orada kötü anlar yaşarsa? Orada ailesi de yanında olmayacak. Böylesi daha iyi gibi.” Dedim temkinli bir şekilde.

“ Ama çok gidesi var askere. Arkadaş iki defa şok tedavisi gördü. Çabalıyor da gurur duyuyorum onunla. Mücadele de ediyor ama olmuyor işte bazen olmuyor. Ne güzel A101’e girecekti. Bu tarz yerlerde özel kontenjan varmış. Bu tarz sorun yaşayanlar toplumdan dışlanmaması için. Ama işte dün gece olanlar oldu yani.” Dedi Emin abi, dalgın bir şekilde bana baktıktan sonra, “ Sen yaptın mı askerliği?”

“ Evet, yaptım. Ama pek keyif almadım. Emir almak bana göre değil. İtaatten hoşlanmıyorum.” Dedim.

“ Subay mıydın?” dedi Emin abi, merakla.

“ Yok. Kısa dönem yapıp geldim.”

“ Keşke subay olsaydın! Neden olmadın ki? Ne güzel mevki sahibi olurdun ya.”

“ Abim tank subaylığı yaptı ama pek memnun kalmadı. Ben zaten askeriye de asla duramam.” Diye açıkladım durumu. Bunları dedikten sonra arkamdaki duvarın tam ortasında asılı olan bir resim dikkatimi çekti,

“ Abi, bu senin gençliğin mi?” dedim, gülümseyerek.

“ Yaa, benim gençliğim tabii. O zamanlar doğal beslenirdik, doğal! İnek ve koyun gübresinde yetişirdi besinlerimiz. Şimdi nerde… Tüm hastalıklar bundan işte. Eskiden bu kadar hastalık yoktu. O fotoğrafı çektirdiğim sıralarda askere gidecektim. Bak sana ne göstereceğim şimdi…” dedikten sonra kendisinden beklenmeyen bir atiklikle yarı açık olan çekmecenin içerisine elini daldırdı ve iki tane fotoğraf çıkarttı,

“ Bak askerdeyken çektirmiştim. Nasıl ama?” dedi  Emin abi, heyecan ile. En sevdiğim şeylerden birini yaşamanın getirdiği sevinçle fotoğrafları dikkatle inceledim. Yaşanmış ve üzerinden geçen yılların tek kanıtını elimde tutuyordum.

“ Bak görüyon mu? Bu fotoğrafta şehre inmiştik. Erzurum merkezdeydik. Dikkat ettin mi, bakalım.” Dedi Emin abi merakla bana bakarak. Bende,

“ Silahları mı? İkinci dünya savaşındaki m3 submachine, Amerikan silahıydı sanırsam.” Dedim. Ancak Emin abi,

“ Onu demiyom ki. Bak, burada üç askeriz ve halk çevremizi sarmış. Çocukları görüyon demi neredeyse çoğunluk benim yanımda sıralanmış. Neden biliyon mu peki? Oyuncu olduğumu duymuşlardı o zamanlar. İlgi çekiyordum. Çocuklara baksana nasıl gülümsüyorlar.” Dedi Emin abi, içtenlikle gülümseyerek. Geçen yılları özlemle aradığı her halinden belli oluyordu. Gözlerini diğer resme çevirdi,

“ Bak burada Etimesgut. Tankçı birliği. Bende aynı senin abin gibi Tankçı idim. Ya işte.” Dedi Emin abi, kafasını sallayarak. Gerçekliğe ansızın geri dönmenin etkisiyle dalgınlaşan Emin abi, yavaşça jantın bulunduğu kısma geri döndü. Benim elimde duran iki fotoğrafı dikkatle çekmece koydum ve yerde diz çöken kişiyi görmeye çalıştım. Gerçekten görmek için uğraştım. Yılların hatırasını anlık olarak hisseden bu kişiyi gerçekten görmek istedim. Yaşadığı zorluklar, hayal kırıklıkları ve haksızlıkları sürekli dile getiren bu adamı anlamak isterdim. Ama bunun imkansızlığı kavrayarak derin bir nefes almakla yetindim.

“  Zor, bu hayat zor. Ama mücadele ediyoruz. Çok isterdim askerde kalmak. Ama almadılar. Tahsilim yetmedi. Çocuk tiyatrosu için doğu bölgesinde kumpanya ya çıkma ihtimalim var şu sıralar. Biliyon mu aylık 50.000 ile 60.000 arası kazanılıyormuş. Bilmiyorum ya bir ay ne yaparım oralarda.” Dedi Emin abi, jantın tüm tellerini elden geçirmişe benziyordu zira jantı çevirdiğinde, yatay şekilde duran iki parçaya da sürtmüyordu.

“ Bu tamam gibi.” Dedi Emin abi, jantı eline aldıktan sonra çevresine bakındı ve yerdeki eski çocuk tişörtünü kaparak jantı üstünkörü sildi. Ardından ise beraber bisikletin arka lastiğini yerleştirerek vidasını sıkıştırdık.

“Borcum ne kadar, abi?” dedim.

“ 150 lira versen yeter. Başka bisikletçiler daha fazla isterler. Ben yapmam. Ben fiyatı hem makul tutuyorum. Ama bazı müşterilere de yapmıyorum yani. O tarz tipler çok beleşçi oluyor ya da dükkandan bir şeyler çarpıyor.” Dedi.

Parayı verdikten sonra yavaşça bisikleti kaldırdım. Emin abi ise dış kapıyı araladı.

“ Eline sağlık abi. İyi akşamlar şimdiden.”

“ Ne demek, her zaman.” Dedi ve kapıyı arkamdan kapattı. Bisikleti biraz elimle sürükledikten sonra arkama bir kez daha baktım. Sokağa aitmiş gibi görünmüyordu; dükkan. Hatta mahallenin genel görüntüsü içerisinde hırpani ve çıkıntı görünüyordu. Dış kapısında kilitli olan el arabası ise bu manzarayı daha da kuvvetlendiriyordu. O çıkıntı içerisinde biri yaşıyordu. Hayatın çemberinden geçmiş, oğlunun bu yaşamda yaşayacağı en zor hastalıklarından birine kaptırmış, gününü para kazanmak için kılı kırk yararak geçiren bir yaşamı simgeliyordu orası. Evet, çıkıntıydı. Çevresindeki apartmanlarda yaşayanlara göre epey bir çıkıntıydı. Uyumsuz ve zamanın gerisinde kalmıştı. Aslında çok, çok daha eski zamanlarda yaşamıştı. Fotoğraflarını sakladığı zamanda sıkışıp kalmıştı; küçükte olsa oyuncu olma olasılığının bulunduğu zamanlarda. Tarihin tozlu sayfalarında, birçok insan gibi sıkışıp kalmıştı işte!

 Bu düşünceler silsilesi içerisindeyken yağmur kaskımı ve bedenime aniden hücum etmeye başladı. Geçmişi ardımda bırakarak ilerlemeye, bisikletin pedallarına yüklenmeye başladım. Yağmurun altında, yaşanmışlıkların getirisini yani ruhuma binen kasvetli havayı dağıtırcasına hızla atıldım sokaklara. Rüzgar ve yağmur eşliğinde sürmeye devam ettim bisikletimi.


 

Yorumlar

  1. Tekrar dönmüşsün sahalara <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Arada karalıyorum. Sonrasında ise kayıplara karışıyorum.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar