Kefaret



I.

 

 

 

 Ezgili bir ıslık; öğlen vaktinin yaklaştığını belirten bir uyarı sesi.

 Ryan hafifçe gözlerini araladı; yerde sere serpe uzanıyordu. İlk dikkatini çeken şey ise duvardaki görsel şölen oldu. Gün ışığının bahçedeki meşe ağacının dallarına yansımasıyla oluşan ve rüzgarın her bir yaprağı özenle duvara dokumasıyla gerçekleşen gölge oyununu birkaç saniye boyunca seyretti. Susuzluktan dolayı boğazı kurumuştu. Yavaşça doğrulmaya çalıştı ve bazı şeylerin farkına varmaya başladı. Üzerindeki kıyafetin her yeri toprak ve kana bulanmıştı. Odadaki çoğu vazo kırılmış, toprak ortalığa saçılmıştı. Üzerindeki kan ise kurumuştu. Parmaklarında yanma hissiyle beraber bir korkuya kapıldı. Bilinmezliğin getirdiği korkuyu cömertçe kabullendi. Ortamdaki dağınıklığa aldırmadan seslendi,

 

" Ne oldu burada! Celso, bana ne olduğu anlat!" dedi Ryan, bağırarak. 

 

Cevap gelmedi. Ve böylece bir şeyi daha hatırladı. Celso’nun sistemini devre dışı bırakmıştı. Celso ne zamandan beri kapalıydı? İlk iş, tiksintiyle üzerindeki kıyafetleri çıkarttı. Daha sonra duvardaki bölmede bulunan tuşlara yöneldi. Tırnakları, arasına kaçan toprak ve kirden dolayı mor renge dönmüştü. Son tuşa da basarak şifreyi girdi ve Celso'nun aktifleşmesini bekledi. Ryan, Celso'nun kuş cıvıltılarını andıran başlangıç sesi işitir işitmez sordu,

 

 " Neler olduğunu anlayamıyorum Celso! Ellerimin her yeri yara bere içinde ve üzerimde kan var!" dedi Ryan, bağırarak.

 

 " Günaydın, kadim dostum. Lütfen daha belirgin ve sakin bir şekilde sözlerini tekrar eder misin?"

 

 " Anlayamıyorum..." dedi Ryan. Celso'nun bariton sesi baş ağrısını kuvvetlendirmişti. Odanın dağınıklığını incelemeye başladı. Birkaç adımda bir yerdeki kırık vazo parçaları ayağına batıyordu. Fazla eşyası yoktu. Eğer olsaydı da son yaşanan hengâmeden geriye bir şey kalmayacağı kesindi. Duvarda minik kan lekeleri vardı. Darmadağınık ortamda bir tek pencereler sağlamdı. Altıgen şeklinde iki pencere odaya hakimiyet sağlıyordu. Ryan, dikkatlice vücudunu yokladı. Bir tek elleri yara bere içerisindeydi. Zihnindeki anıları bir türlü birleştiremiyordu, belirleyici hiçbir şey hatırlayamıyordu. Sessizliğin getirisine birkaç saniye boyunca minnettarlıkla kabullendi. 

 

" Ryan, bölmedeki suyu iç, lütfen!" dedi Celso ve ekledi, " En son ne zaman su içtin? Vücut değerlerin berbat gözüküyor." 

 

Ryan yavaşça duvardaki bölmeye yöneldi. Mini dolabın içerisindeki suyu büyük bir iştahla içti. Elindeki cam şişenin yüzeyindeki yansımasını korkulu gözlerle inceledi. Yüzü berbat görünüyordu; sanki uzun süren muharebeden sağ çıkmış bir askerin yüzünü andırıyordu. Elindeki şişeyi bölmeye koyup halsizce pencereye yöneldi. Birkaç saniye dalgınlığın ardından camdan uzaklaşması bir oldu. Camın hemen önünde bir surat belirmişti. Sanki Ryan'ın gözlerine bakarcasına birkaç saniye boyunca dudaklarını hareket ettirdi. Camın hemen ardında tam teçhizatlı bir muhafız duruyordu. Neyse ki dışarıdan içeriyi görmek mümkün değildi.

"Dış sesi aktifleştir!"diye bağırdı Ryan, heyecanla.

 

".. gibi görünüyor, efendim. Henüz herhangi bir şey belirleyemedik." dedi, yabancı. Birkaç saniyeliğine süren sessizliğin ardından,

"anlaşıldı, efendim." dedi ve camdan uzaklaştı. Ryan, nefesini tutmuş bir şekilde bekledi. Tedirginliği bütün vücuduna yayılmıştı. Kontrolsüzce bağırmaya başladı,

 

" Bu lanet olasıca muhafız da neyin nesi! Neler oluyor Celso, açıklasana! Ne işi var bunun burada!" dedi Ryan.

 

" 24 saatlik kapanma sebebiyle hiçbir kayıt alınmadı, Ryan. Kalp atış hızın 190 ve uykusuzluk için ayırdığım hiçbir ilacı içmemişsin." dedi Celso.

 

Ryan, Celso'nun dediklerine aldırmaksızın,

 

" Kapıdaki kamerayı ekrana yansıt!" dedi Ryan, panikle.

 

Neredeyse tüm duvarı kaplayan ekran açıldı. Kapının önü muhafız kaynıyordu. Hallerinden hiç de yanlış bir adrese gelmiş gibi görünmüyorlardı ve belli ki içeri girmek için Celso'ya ulaşmaya çalışıyorlardı. Panikle seslendi Ryan,

 

" Celso, sakın kapıyı açma!" dedi Ryan. Ve hızlıca üst katın merdivenlerine yöneldi. Spiral merdivenin en üst basamağına geldiğinde ise polikarbon cam duvar önünde belirdi. Celso geçit izni vermiyordu. 

 

" Lütfen sakin ol Ryan. Henüz neler olduğunu anlamıyorum, sistemimi kapattığında burada neler yaşandığını belirleyemiyorum. Fakat sistemim devreye girer girmez bir şeyi belirlemem kesin oldu. Derhal muhafızlara haber verdim zira sözleşmemde yer alan yasaya uymak zorundayım.” Dedi Celso.  

 

 

Ryan merdiven basamağının üzerine pes edercesine çöktü. Nitekim, anılar dehlizinden bir tane daha ayrıntı gün ışığına kavuşmuştu; öfke. Öfke krizi geçirdiğini anımsadı, bu sefer ki diğerlerinden de şiddetliydi. Ellerindeki yaralarla bu anılar adeta bütünleşiyor, inkar edecek veya şüpheye düşülecek bir alan bırakmıyordu. Ayrıca üzerine bulaşan kan kendisine ait değildi zira elleri dışında vücudunda kesik yoktu. Düşüncelerini Celso böldü,

 

" Dış kapıyı açmak zorundayım, Ryan. Açmadan önce, senin için son bir tarama yaptım fakat şüpheye yer vermeyecek şekilde ciddi kanıtlar mevcut. Yasaya uymak zorundayım, üzgünüm." dedi Celso.  

 

Sen üzülemezsin ki, diye iç geçirdi Ryan. Bir kod bütünlüğünün nasıl da yaşamında bu kadar önemli rol oynadığını ve buna maruz bırakıldığı henüz yeni kavrıyordu. İlk başlarda itiraz etmesine rağmen dayatılan bu sisteme karşı çıkamamıştı. Hatta bu sisteme ad bile vermişti, aynı diğer insanlar gibi. Ağrıyan başını artık taşıyamaz haldeydi. Yavaşça kapalı olan cam kapıya yasladı sırtını. Dış kapıyı buradan çok net bir şekilde görüyordu. Kullandığı ilaçlardan dolayı son zamanlarda yaşadıklarını hatırlamakta zorluk yaşıyordu. Ama net hatırladığı bir şey daha vardı; bunu hiçbir zaman unutmamıştı, bu sefer ne anılar dehlizinden ne de  bir anda aydınlanmaya ihtiyaç duyuyordu. Bileğine bağlı duran cihazın altına yaptırdığı gizli bölmeden son kozunu çıkardı. Okuduğu notlara güvenmiş, zehir tercihini risin yerine bir alkaloid olan striknin'den yana kullanmıştı.Etki süreleri göze alındığında güçlendirilmiş striknin zehrini daha cazip bulmuş ve hemen etki etme özelliğinden dolayı etkilenmişti. Uykusuzluğun canına tak ettiği anda kullanmak için hazır tuttuğu bu kozu şimdi kullanmaya hazırlanıyordu. Zira bu kadar çok muhafızın evine dayanması onda bir yere kapanma, hapsedilme korkusunu tetiklemişti. Ve korkusu ile yüzleşmeye hiç niyeti yoktu; kaçış, mücadele etmekten yeğdi.

 

" Bunu yapmanı önermem, Ryan." dedi Celso ve büyük bir uyarı sesiyle dış kapılar açıldı. 

 

Ryan'ın görüş açısı bir anda bulanmaya başladı, elinde zehir bulunan boş kapsül merdivenden aşağıya düştü. İçeriye doluşan muhafızlar direkt olarak merdivene yöneldi. Ryan ise gölgeler diyarındaki rolünü merak ederek daldı; derin bir uykunun, belki de hiçbir tepkime olmaksızın sürecek bu bilinç dışı yolculuğa isteksizce yöneldi. Belki de gideceği hiçbir yer yoktu, hakkında fantazyalar kurulan ve üzerine en çok düşünülen bu yolculuğa hazırlıksız çıkmıştı. Ne bir inanca sarılmış ne de bir rüyaya. Ne bir ses ne de bir görüntü. Bilincin son damlasını da tüketti, büyük bir iştahla. Korkunun ve bilinmezliğin çizdiği bu yol haritasını kullanarak belki de bilincinin son anda oluşturduğu derin bir labirent de sonsuza dek debelenip duracaktı, kim bilir!  

 


II.

 

 

 

"... sana diyorum ya! İşte bak; Ryan DE. Bu onun adı olmalı. Başka da veri belirtilmemiş. Nasıl bir cihazın içerisinde bu herif! Hangi yılın modeli kim bilir..."  Johannes, serzenişlerine devam ediyordu. Bernard ise çevresini keyifle gözlemlemeye devam etti,

 

 Johannes'ın sesi Moratoryum'un dar ve eğik kubbesinde yankılanıyor ve tuhaf bir ahenk oluşturuyordu. Jeodezik[1] kubbe yapısına benzer bu moratoryum ona sanki eski bir kilisenin içerisinde geziniyormuş hissi uyandırıyordu. Johannes o günün vaazını ve şikayetlerini Tanrı'ya bildirmek yerine her papazın yaptığı gibi hesabı halka soruyordu. Gerçi Bernard daha önce hiç kilise de bulunmamıştı. Yalnızca resimlerinden ve tarihteki rolünden haberdardı. Bir yandan düşünmek bir yandan da Johannes'ın dikkat dağıtan serzenişlerinden sıyrılmak oldukça zordu. Bernard yine de denedi bunu yani aldırmamayı. 

 

Moratoryum alanı oldukça hesaplıydı, sanki  askeri barınaklar gibi tasarlanmıştı; iç dizayn arka plana itilmiş ve en düşük gereksinimler ele alınarak inşa edilmişti. Bir ana uzay gemisinin rahminde yer alacak şekilde tasarlanmış ve tek seferde geminin yüzlerce minik moratoryum yumurtaları taşıyabilmesi için böyle bir tasarıma ihtiyaç duyulmuştu. Her bir moratoryum yumurtası 4 kabin taşıyacak şekilde düzenlemişti. Ama bu kabinlerin her biri aynı standart ve işlevde değildi. Üç kabin oldukça gelişmiş ve üst-modern seviyedeydi. Bu üç kabinin ana kapağı açık bir vaziyette durmaktaydı. Bir tek açılmayan kabin, Johannes'in serzenişlerine ve hakaretlerine hedef olan eski bir modeldi. Kaç gündür burada beklediklerini bile bilmiyorlardı ve kaynaklarını hoyratça tüketmekten geri durmuyorlardı. Streslerini yemek yiyerek gidermeye çalışıyorlardı.  Açılmayan kabinin kontrol ekranında yalnızca Ryan DE yazıyordu. Ne zaman açılacağını ya da içerisinde bulunan adamın hayat fonksiyonlarını da göstermiyordu. Umarım 3.numaralı kabindeki zavallı ile aynı kaderi paylaşmazlar diye düşündü Bernard; ne kadar üst-model olsa da bazen aksaklıkları önlemek söz konusu değildi. Teknoloji ne kadar üst seviyeye çıksa da risk faktörü hiçbir zaman yok sayılamıyordu. Hele ki ne idiği belirsiz bir serüvene sürülmüşken... 

 

 

 

Johannes öfkeyle Bernard'ın düşünce bulutunu dağıttı,

 

 

" Ne yapacağız Bernard! Kaç gündür şu lanet olasıca herifin suratına bakıp duruyoruz. Saçı sakalı birbirine karışmış ve ellerini bir görsen! Birçok çizik ve yara var. Şüphelerimin ne kadar doğru olduğunu artık görüyorsundur, umarım! Bu herif Yuva'dan geliyor. Ne için oradan buraya gönderirler anlamam. Daha önce orada yaşayan biriyle tanışmamıştım. Fakat onların yaşayış tarzları hakkında birçok şey duydum. Kulağının arkasını görebilseydik keşke ama eminim ki CoS[2]' i yoktur!" dedi öfkeyle Johannes. 

 

 

" Biliyorsun ki oradakilerde istediği taktirde CoS'e sahip olabiliyorlar." dedi bıkkınlıkla Bernard. Aceleci ve gevezelerden hiçbir vakit hoşlanmamıştı. Kaç gündür Johannes'ın kaprislerini dinlemekten sıkılmıştı. Keşke CoS'lere erişim izni verilseydi. Kendisi, bu erişim engelini önceden de yaşamıştı. Hatta bu erişim engelinin kendi CoS'ine uygulanmasına istekle yanaşmıştı. Sessizliği ve yalnızlığı oldu olası merak etmiş ve deneyimlemek istemişti. Fakat sonuç beklediği gibi olmamıştı. Yalnız ve sessiz bir ortamdan beklediği etkiyi alamamıştı. Hayal kırıklığı ile sonlanan bu kısacık süre zarfında CoS'ine olan bağlılığı onu şaşırtmıştı. Onsuz herhangi bir bilgiye ulaşmak oldukça zordu. O daima yanı başındaydı. Her şeye bir cevabı vardı. Ne sorarsan sor yanıtlamaya çalışırdı. Akıl vermeye çalışmaz, söylenenleri dikkatle dinlerdi. Onu şimdiden özlemişti. Bu kadar küçük bir elektronik cihazın böyle bir etki yaratması olağanüstüydü; ne evinden ayrılmak ne de mesleğinden uzaklaşmak onda böyle bir boşluk hissi yaratmamıştı. Johannes ile beraber kulağının arkasındaki CoS'i çıkartıp inceleseler de düzeltmeyi başaramamışlardı.  Kendisi bunu kabullenmişti fakat Johannes için durum hiç iç açıcı değildi. Sessizliğe alışması epey sürecek gibi görünüyordu. 

 


 

 Johannes bir an önce bu hapishaneden kurtulmak için çırpınıyordu. Ortamda, kendi sesinden başka bir ses yoktu. Bernard pek konuşmuyordu. Münzevi herifin tekiydi, CoS'inin kaybına şimdiden alışmıştı; Kaçık herif! Bu sessizliğe nasıl alışır bir insan! Ne yapacaklarına dair fikirleri yoktu, danışacak birileri de. Kendi başlarına kalmışlardı. Gerçi Moratoryumun talimatlar tablosunda neler yapılacağı yazıyordu. Yürünecek mesafe, çantaların yeri ve içerisindeki besinler, varacakları yerdeki üssün özellikleri. Fakat Bernard gitmek istemiyordu. Açılmayan kabindeki herifi yani Ryan DE etiketli kabinin açılmasını beklemek istiyordu. Onu kendi haline terk etmek istemiyor, biraz daha beklemeyi yeğliyordu. Kabinin kapağının açılacağına emindi. Hem talimatlar gereği 4 kişilik bir mürettebat belirlenmişti. Fakat şu an yalnızca iki kişilerdi. 3.kabinde yer alan talihsiz kişi çoktan hakkı rahmetine kavuşmuştu. Büyük ihtimal kabinindeki sızıntıdan dolayı yaşam fonksiyonlarında kayba uğramış ve yavaş yavaş ölmüştü. Derin uykusundan bir daha kalkamamıştı. Şimdi de onun kabininden yayılan bayat koku moratoryuma sinmiş ve her soluk alışında bu kokuyu ciğerlerine çekmek durumunda kalıyordu.

Aslında kendine itiraf etmekten kaçınsa da iki kişi yola çıkma fikri onu korkuya sürüklüyordu. Ama beklemek de berbattı! Ryan'ın derin uykusundan kalkmasını beklemekten başka seçenekleri yoktu. Bernard ile yolculuğa çıkmakta tereddüt ediyordu, hele ki Bernard'ın yaşını göz önüne alınırsa. Fiziki yetersizliğimizi Ryan DE ile kapatabiliriz belki, diye düşündü Johannes. Bu rahatlatıcı çözüm sinirlerine iyi gelmişti. Anlık rahatlamayla moratoryum'un besin odasına doğru yöneldi. Odanın sadeliği onu daima şaşırtmıştı. Önceden yaşadığı yerdeki geniş kubbeli ve modern dizayn tekniklerinin sıkça denediği bir kültürden sonra burası onu şaşırtmıştı. Burada ne dizayn ne de modern teknikler geçerliydi; burada yalnızca 'kullanışlı' olması yeterliydi. Odanın sağ köşesinde boydan boya yaylı raflar bulunuyordu ve her bir rafın gözünde konserve bulunuyordu. Gösterişsiz ve sığ olarak tasarlanmış bu konserveler ona Yakın Çağ döneminin insanları tarafından sıklıkla yapılan 'seri üretim' anlayışını çağrıştırmıştı. Tiksintiyle bakışlarını konserve rafından uzaklaştırdı ve odada bulunan yegane masaya yöneltti. Mat renginde sağlam masa ve dört sandalye onun hoşuna gitmişti. Masanın ve sandalyelerin zemine olan yapışıklığı sağlamlık hissi uyandırıyordu. Masanın üzerinde açık kraker paketi ve iki tane lekeli kadeh vardı. Her iki kadehin dışında da kurumuş  kızıl şeritler oluşmuştu. Saatler önce -saatten haberleri yoktu- tükettikleri şarabın tatlı etkisi vücudundan silinmişti. Masaya oturmadan önce moratoryumun kabin odasına doğru seslendi,

 

" Hey Bernard, şu yarı ölümlü herifi rahat bırak artık, gel de atıştırıp tembellik yapalım azıcık!" dedi keyifle, Johannes.


 

 

" Ne yani! Bu arıza için yalnızca ezeli takdiri yani kader mi diye açıklayacağız?" dedi Johannes, küçümseyerek. Ve devam etti

" Ayrıca aramızda 3.kabindeki elemanın incelemesini yapacak  nitelikli biri yok. Ne bir doktor var ne de mühendis. Ne de bu nitelikleri taşıyan yazılımsal cihazlar. Ayrıca," dedi Johannes, birkaç saniye düşündükten sonra, 

" galiba bu durumu bildireceğimiz hiç kimse yok. Rapor verecek ne bir kurul görebiliyorum ne de bir cihaz." dedi Johannes. 

 

Bernard bu açıklama karşısında kafasını 'haklısın' anlamında aşağı yukarı salladı. Gerçekten de rapor verecek ya da onları yönlendirecek yönetici ya da cihaz yoktu. Sanki buraya rastgele gönderilmişler ve onlardan başlarının çarelerine bakmaları beklenmişti. Besin vardı var olmasına ama oksijen destekli cihazın ekranı sürekli kırmızı ışık saçıyordu. Moratoryumda bulunan oksijen cihazı yeterli oksijeni uzun süre sağlayacak gibi görünmüyordu. Bernard, birkaç gündür tartıştıkları bu konuyu tekrardan gündeme getirmek istedi,

 

" Farkında isen besin problemimiz yok ve yeterli içeceğimiz de var. Fakat Oksijenimizi sağlayan cihaz yakın zamanda çalışmayı durdurabilir. Bence bu durum, oksijen cihazının eski model olmasından veya mekanik arızalarından kaynaklanmıyor. Bu durum daha önceden ayarlanmış yazılımsal bir kuralmış gibi görünüyor. Sanki birileri bizi buraya göndermiş ve bu moratoryumun içinde fazla oyalanmayalım diye belirli bir süre belirlemiş gibi. Bir an önce yegane haritada belirtilen yere ulaşmamız isteniyor." dedi Bernard, sakince.

 

Johannes kafasını hızlıca salladı ve ona sunulan fırsatı kaçırmadan, komplo teorilerine bir yenisini daha ekledi,

 

" Önceden söylediğim gibi, bizi gözetleyen hologram sistemleri üst bir teknoloji ürünleri olmalı! Biz farkında değiliz ama izleniyoruz. Ne yani 4 kişilik rastgele bir ekip oluşturulup var olmayan topraklara mı sürgün edildik?!" dedi Johannes, öfkeyle.

 

 

Johannes öfkeyle bu sözleri söylerken Bernard'ın tek dikkat ettiği şey Johannes'in dişleriydi. Dişlerinin arasına sıkışan kraker parçalarının, her bağırış veya ani bir tepki gösterdiğinde dişlerinin arasından hızla fırlayışını ve ivme kazanan bu minik parçaların kendine isabet etme olasılığı keyifle hesaplıyordu. Şu ana dek hiç isabet almamıştı, parçalar masanın yüzeyinde kalmıştı. Bu olasılıkları gözden geçirirken de sol elini kadehinin üst kısmını kapatacak şekilde tutuyordu. Düzensiz devam eden bombardımanın hasarlarından dolayı kadehini özenle koruyordu. Johannes'i dinlemenin ve onla vakit geçirmenin tek yolu buydu, hayal dünyasına başvurmak. Johannes Bernard'a el işareti yaparak sorusunu tekrarladı,

 

" Sana diyorum, duymuyor musun? Hemen dalıp gitmişsin! Dikkatin ne kadar da çabuk dağılıyor. Teorilerim hakkında ne düşünüyorsun? Sence bizi izliyorlar mı?" dedi Johannes, merakla çevresine göz atarak.

 

" Kanımca gözetlendiğimizi düşünmüyorum. Ayrıca bizden beklenen nihai amacın da kutsal veya önemli olduğunu da düşünmüyorum. Nitekim önemli olsaydı bize Android ya da farklı yazılımsal araçlar tahsil ederlerdi. Bize muğlak hedeflerden ziyade riski en aza düşürecek şekilde bizi yönlendiren yöneticiler atarlardı. Ama bunların hiçbirisini yapmamışlar." dedi Bernard.

 

" Belki gideceğimiz yerde bizi böyle bir Android bekliyor?" dedi Johannes, heyecanla. 

 

Bernard ise kafasını umutsuzca sağa sola salladı. Olaylara hiç olumlu yönden yaklaşamıyordu. 3.kabindeki elemanın hayatını kaybetmesi onu etkilemişti. Belki de onun yerinde kendisininde olabileceği ihtimalini unutmuyordu.

 Johannes düşünce bulutunu dağıtarak söze girdi, 

" Neden bu kadar karamsar düşünüyorsun? 3.kabindeki olay gerçekten sarsıcı ancak bunun teknolojik bir aksaklık olduğuna eminim. Neden cansız bir bedeni buraya nakletmek için masrafa girsinler ki?" dedi Johannes haklı olarak. 

 

- " Bak bu konuda haklısın. Bizi buraya nakledenler en az maliyetle bu işi halletmişler. Kabinlerin modeline gelirsek bunu belki önceden belirlenen kurallar yüzünden bu kadar iyi seçmişler. Benim takıldığım en önemli problem 3.kabindeki ölen kişinin şu anda ki değersizliği! İsmini dahi bilmiyoruz, ne yaşamını yitirdiğini bir yerlere bildirebiliyor ne de onun bedeniyle ne yapacağımızı bilebiliyoruz. Bir bilinmezliğin içine atıldık ve bu bilinmezliğin içinde sürüklenip gidiyoruz." dedi Bernard, ilk defa öfkelenerek. 

 

Johannes bu mantıklı açıklamaların karşısında hak vererek sustu. Düşününce gerçekten de haklıydı, Bernard. Bizi buraya gönderdiler ve bizden bir beklentileri yok. 3.kabindeki elemanın ismini dahi bilmiyorlardı. Vücudu tiksinti verecek şekilde şişmişti ve gözleri griye çalmıştı. Donuk ve hareketsiz gözlerine bakmak olanaksızdı. Neyse ki ilk zamanlarda Bernard dikkatli bir şekilde cesedini incelemiş ve 40’lı yaşlarında olgun bir erkeğin bedeni olduğu saptamıştı. Diş etindeki rahatsızlıktan, ayak tırnaklarındaki mantar hastalığına kadar ince tespitlerde bulunmuş, cesedin kokusunun ağırlaşmaması için; uyku tulumunun içerisine konserveler doldurduktan sonra bu tulumu bedenin üzerine ağırlık oluşturması amacıyla koymuştu. Ve bu hareketiyle cansız bedeni bulunduğu kabindeki sıvının içerisine iyice gömmüştü. Bu sayede ondan yayılacak olan berbat kokuyu hafifletmişti.

Bernard'a bakarak, aklındaki soru işaretlerinden birini kaldırmak amacıyla sordu,

 

" Sana özel iki soru sormak istiyorum, cevaplamak zorunda değilsin" dedi Johannes, kadehini yudumlayarak. Ve devam etti,

 

" Birincisi, 3.kabindeki eleman hakkında 'kader' açıklamasında bulunmuştun. Senin mistisizm düşüncesi etkisinde kaldığını düşünmek beni korkutuyor. Bu kader kelimesinin senin için dayanağı ne?" dedi Johannes ve yerinde kıpırdanarak, “İkinci ise cesedi inceleme şeklin. Bu konu hakkında bilgi sahibisin anlaşılan.”

 

Bernard ağzındakileri yuttuktan sonra,

 

" Cesedi, mesleğimin bir getirisi olduğu için gözlemleyebildim. Zira yaşadığım yerde icra ettiğim mesleğim bağışlanan ölü bedenleri yani kadavraları incelemekti. Cevaplamaya tersten devam edersem eğer;  ne Mistik olduğumu ne de determinizm[3]’e yöneldiğimi hiç sanmıyorum. Hayatımın her bir evresinde fikirlerimin değişmesini ve bunların sürekli birbirleri arasında çelişmesine tanık oluyorum. Ama hiçbirinde mistisizme kaymadım. Kader bana göre mistik bir açıklama sayılmaz. Antik dinlerdeki manalı açıklamasını kast ederek söylemedim. Yalnızca açıklanamayan bu duruma etiket niteliğinde bir cevap vermek istedim. Açıkçası..." dedi Bernard düşünceli bir şekilde devam etti,

 

"Bu etiketi belirtmekte ki amacım bu konuyu kapatmaktı. Zira bu ölümü açıklayacak bir donanıma sahip değiliz. Birçok problemin içinde sıkışıp kalmaktansa, bazılarını hızlıca bitirmeliyiz. Ve önümüze bakmalıyız. Kısaca Johannes, Kader kelimesini kullanmaktaki amacım bu konunun artık rafa kaldırılması gerektiğidir. Önümüzde farklı ve belirsiz sorunlar var, düşüncelerimizi ve zamanımızı onlara yöneltmeliyiz." dedi Bernard. 

 

Johannes aklına bir şey gelmişçesine söze atıldı,

 

" Çok yaşa Bernard! Zaman demişken, buradaki zaman algımızı nasıl oluşturacağız? Moratoryum dışarıdan doğal ışık almıyor. Belki de bulunduğumuz gezegende ışık kaynağı da olmayabilir, bilmiyorum. Yalnızca talimatlar tablosunda yer alan yürüyüş mesafe rotasında belirttiği üzere farklı bir gezegende bulunduğumuzu anlayabiliyoruz. Elimizde hiç veri yok." dedi Johannes.

 

İlk defa önemli bir konuya parmak bastı diye aklından geçirdi Bernard. Gerçekten de en önemli koordinatı atlamışlardı; zamanı! Işık, moratoryumun ışıklandırmasından ibaretti. Ve hiç sönmüyordu. Ne kabin cihaz ekranlarında ne de talimatlar tablosunda zamanla ilgili hiçbir ibare yoktu. Zamanı nasıl belirlemeleri gerektiğini bilemiyordu; evreler halinde mi yoksa sayısal kavramına mı dönmeliydiler bilemiyordu ve bunu belirleyecek aletten yoksundular. İlkel insan icadı olan bir kum saati bile şu anda işlerini görürdü. Fakat her türlü cihazdan yoksundular. Bernard kadehindeki son yudumları içtikten sonra Johannes'e yönelerek,

 

" Zaman konusu hakkında bir şeyler yapmalıyız. Bunu belirleyecek bir şeyler bulmalıyız, basit ve pratik bir şey olmalı." dedi Bernard, düşünceli bir şekilde. 

 

 


 

 

 

Moratoryumun içinde kahkaha sesleri yankılanıyordu. Başını kaldırmaktan aciz olan Ryan, vücudundaki titremeyi bir türlü bastıramıyordu. İçi sıvı dolu olan kabinde yarı doğrulmuş bir şekilde titriyordu. Yaşamında ilk defa düşünemiyordu sanki. Aklı o kadar karışıktı ki... Sesini bile çıkaramıyordu, hem çıkarsa da ne söyleyeceğini bilmiyordu; sanki harfleri unutmuştu. Kabin odasına yankılanan kahkaha seslerinin arasında minik bir ses daha ekleniyordu; o da Ryan'ın dişlerinin birbirine çarpmasından çıkan ürkütücü ses idi. 

 

Nefesini kontrol altına aldıktan sonra titreyen kollarından güç alarak ayağa kalktı. Çıplak vücudundan akan yoğun sıvı zeminde şimdiden minik birikintiler halinde birikiyordu. Sesin geldiği yöne doğru yalpalayarak yürümeye başladı. Güvenli bir ortamın güvencesini almış gibi yöneldi o tarafa, gereğinden fazla yalnız kalmıştı, hem de çok yalnız. 

 

 

" Her kadeh kırılmasına 17 dakika 20 saniye belirleyebiliriz, ne dersin? Her bir şangırtı kabaca 17 dakika. Konservelerin konduğu yaylı sisteme sıkıştırdığım kadeh tam 17 dakika 20 saniye boyunca dayandı." dedi Johannes, genişçe gülümseyerek. 

 

Bernard ise hafifçe tebessüm ederek,

 

" Benim fikrim daha kullanışlı, hem gürültü kirliliği de yok. Yalnızca biraz kokuya maruz kalabiliriz." dedi Bernard. 

 

" Bilemiyorum, konserveleri, yalnızca zaman kavramını belirlemek için feda etmek bana mantıklı gelmedi." dedi Johannes, ve Bernard'ın somurttuğunu görünce sözlerine devam etti,

 

" Ama bu fikrini kötü veya gereksiz kılmıyor. Ayrıca tahmini 2 günde küflenme gözlemlenebilir, belki de daha uzun sürebilir. Nitekim konservenin yapısı ve içerisindeki güçlendirilmiş besinin kalitesine göre değişiklilik gösterecektir. Ama bize daha kısa bir zaman belirteci lazım." dedi Johannes, elindeki konserveyi inceleyerek.  

 

 

Bernard, bu fikirler karşısında -kendi fikri de dahil- çaresizlik hissetti. Hiç kullanışlı ya da mantıklı bir fikir bulamamışlardı. Zamanı belirlemeden devam etmek tehlikeli olurdu, insanlık medeniyetinin en önemli farkındalık becerisini görmezden gelemezlerdi. Ayrıca sayım da yapmalıydılar; ne kadar konserve olduğunu ve kaç litre suyun depolandığını. Yürüyüş için hazırlanan çantada birkaç günlük erzak vardı. Ve talimat tablosunun azami bilgisinden tahmin yürüterek bu yürüyüşün çok kısa süreceğini ön görmüşlerdi. Bu yürüyüşün sonunda onları bir kapsül bekliyor olacaktı. İniş yapılması için tasarlanan bu kapsülün içinde yer alacak mürettebat için besin ve su unutulmamıştı, en azından talimatlarda yer alan bilgi bu yöndeydi. Demek ki iniş yapılacaktı, acaba nasıl bir gezegene gönderilmişlerdi, diye merak etti Bernard. 

Düşünce bulutunun içerisinde dalıp gitmişti. Enteresan bir şekilde bu düşünce bulutunu, Johannes, konuşarak değil suratındaki ifade ile dağıtmıştı. Adeta suratına inme inmişti Johannes'in, sanki karşısında Gulyabani dikiliyordu... Bernard bakışlarını Johannes'in pür dikkat izlediği noktaya yani besin odasının girişine doğru yöneltti,

 

 

 

Saçları omuzlarına yapışmış, gözleri kan çanağı, kuvvetli kolları ve bacaklarının aksine neredeyse tüm vücudu bir kuş yavrusunun çaresizliğine benzer bir şekilde titrer vaziyetteydi. Sivri burnu ve sakallarıyla insana hiç güven vermiyordu. Hele ki bileğindeki yara, sanki öncesinde takılı olan şeyi bedeninden parçalarcasına koparmış gibi görünüyordu. Zincirlerinden kurtulmuş bir savaşçı gibi, diye düşündü Bernard, aynı önceden deneyimlediği Üst-Düşler[4]'deki sahneler gibi. Bu izlenimlerinin yanı sıra ilk sesli tepki Johannes'den geldi,

 

" Nereden çıkageldi bu herif!" dedi Johannes, korkunun yanı sıra hayranlıkla gözlemleyerek. Bernard'ın ise adeta nutku tutulmuştu. Yabancı sendeleyerek de olsa masaya doğru yöneldi. Sessizliğini koruyarak sandalyenin üzerine çöktü. Ondan yükselen tek ses dişlerinin birbirine sürtmesiyle oluşuyordu. Gözleri, masanın üzerindeki yiyeceklere kilitlenmişti. Johannes, sessiz ve gergin ortamı rahatlatmak amacıyla konuştu,

 

" Ryan DE değil mi? Biz de senin uyanmanı bekliyorduk. Bernard, ben gidip Ryan'ın üzerine giyeceği tulumu getireyim. Sen de ona servis yap, açlığını ve titremesini bastırmak gerek." dedi Johannes, sevecenlikle. 

 

Johannes kabin odasına doğru seğirtti. Bernard ise yavaşça sandalyeden kalkarak konserve rafına yöneldi. Ayaklarının altında ezilen cam kırıklarının sesine aldırmadan konserve rafından damak zevkine güvenerek domates soslu bezelye yemeğini seçti. Hidroponik[5] tarımda üretebildikleri en lezzetli Baklagil[6] bezelye idi. Konserveyi eline alıp dikkatlice açtı ve Ryan DE'nin önüne koydu. 

 

" Şarap ister misin?" dedi Bernard, kibarca. Fakat herhangi bir cevap alamadı. Yine de boş bir kadehe şarap doldurdu. O sırada Johannes nefes nefese içeri girdi ve tulumu ilkin Ryan’a doğru uzattı ancak hemen geri çekeren tulumu, üstün körü Ryan'ın sırtına geçirdi. Bu hareket karşısında ise Ryan, titremesine aldırmadan yavaşça başını çevirerek Johannes'e baktı ve minnettarlığını gösterircesine kafasını salladı. Johannes ise bu davranış karşısında genişçe gülümsedi. Ve Bernard'a kaş göz hareketi yaparak kabin odasına yöneldi. Bernard, Johannes'in peşinden ağır ağır onu takip etti. Ryan, tek kalmanın getirdiği rahatlıkla masanın üzerindekileri hızlıca yemeğe başladı. 

 


 

 

 

" Görüyor musun? Nasıl da yiyor, hazımsızlık yüzünden rahatsızlık yaşayacak demedi deme! Ayrıca tulumu da tamamen giymesi gerek. Üşütebilir. Gerçi moratoryum soğuk değil ama zemine çıplak ayakla temas ediyor. Ona termal çoraplardan da vermemiz gerek." dedi Johannes, fısıltıyla. Bernard ile besin odasının girişinden usulca ve gizlice Ryan'ı gözlemliyorlardı. Yemek yemesini bitirmesini bekliyorlardı. Bernard, beline yediği hafif dirsek darbesiyle irkildi, 

 

" Ahh! Şunu yapmayı keser misin artık." dedi Bernard, irkilerek. 

" Gördün değil mi! Bir şey fark ettiğim zaman ki huyum, isteyerek yapmıyorum. Fark ettin değil mi! Onun kesilmiş organını?" dedi Johannes, heyecanla. 

 

" Kesilmiş organı mı? Bileğini mi kast ediyorsun?" dedi Bernard, merakla.

" Hayır yahu! Onu zaten fark ettim. Benim bahsettiğim genital organı yani penisi. Herifin penisinin yani Prepisyum deri kısmı kesilmiş. Doğuştan olduğunu sanmıyorum." dedi Johannes. 

 

Bernard, bunu duyar duymaz Johannes'in kulağının arkasını eliyle yokladı. CoS'i hala aktif dışıydı. Johannes bu davranış karşısında genişçe sırıtarak,

 

" Ben bu bilgiyi önceden biliyordum Mr.Bernard. Dini ritüeller hakkında araştırmalar yapmıştım." dedi Johannes, tatmin olarak. Bernard ise ona hayranlıkla baktı zira ondan böyle bir bilgi beklemiyordu. 

 

" Açıkçası bende bazı bilgilere sahibim. Sünnet diye anılan bu arkaik ritüeli daha önceden vakıfım. Kendi inançlarına sahip insanları böyle damgalamak ne kadar acizce! Hiçbir akla ve mantığa uymuyor. Yine de Ryan'ı ilk gördüğümde o bölgesi dikkatimi çekmedi. Ve unutulmamalı ki kendi iradesi ile bu kararı aldığını hiç sanmıyorum." dedi Benard, sakince.  

 

" Tuhaf. Fakat ritüeller, materyalist[7] bakış açısıyla çözümlemeye çalışmak manasız, ki manaya da ihtiyacımız yok. Bilim bizi bu karanlıktan kurtaralı epey oldu, belli ki bazıları hala karanlığın derinliklerinde yaşıyor ve ışıktan yani aydınlanmadan habersiz. Ayrıca haklıydım; CoS'e sahip değil, kulağının arkasında hiçbir şey yok." dedi Johannes, küçümseyici bir şekilde.

 

Bernard, bu eleştiri karşısında sessizliğini korudu. Aslında kendisini de materyalist olarak tanımlıyordu ama kendine itiraf etmekten kaçınsa da mistizm[8]'e tuhaf arzusunu bastıramıyordu. Ve bunu bu yaşına kadar gizlemek zorunda kalmıştı. Bu arzusu ihtiyaçtan kaynaklandığını keşfettiğinden beri kimseye herhangi bir açıklama yapmamış ve fikirlerini kendisine saklamıştı. Mistizm'e olan ilgisi, onu çevresinde küçümsenecek bir konuma getirirdi. Bu riski almamıştı. İhtiyaçlarının arzuyu körüklemesi sonucunda oluşan duygu patlamalarını bir şekilde absorbe ediyordu. Yaratıcı ihtiyacı, önemsenme, kutsal sevgi, kutsal korunma, kutsal.... İhtiyaçlar bir türlü bitmiyor, diye aklından geçirdi Bernard. Johannes'e itiraf etmese de, onun yani Johannes'in Ryan'ı ritüel gerekçesiyle küçümsemesini doğru bulmuyordu. Bernard'ın gözünde Ryan, gözlemlenmeye değer bir insandı. Gizemli görüntüsüyle merak uyandırıyordu. Aklında biriktirdiği soruları sormaktan kıvanç duyacağı zamanı sabırsızlıkla bekliyordu, elbet bir vakit bulacaktı. Johannes, gözetleme noktalarından ayrılarak besin odasına girdi nitekim Ryan karnını doyurmuşa benziyordu. 

 

Hiçbir kelime israf etmeden, ilk iş, duvara monte edilmiş ilaç dolabına yöneldi Johannes ve mide ilacını alarak Ryan'a uzattı. Ryan, sorgulamadan kendisine uzatılan ilacı, kadehinde kalan birkaç damlayla yuttu. Titremesi hafiflemiş, adeta yüzüne renk gelmişti. Birkaç kez sertçe geğirdikten sonra, rehavetin güçlü etkisiyle ayağa kalkan Ryan, hiçbir şey demeden besin odasından yalpalayarak çıktı. Kabin odasına yönelerek zeminine serili olan uyku tulumuna uzandı ve kendini derin bir uykunun derinliğine bıraktı. 

 

 

" Sanırım," dedi Johannes,gülümseyerek, " o senin tulumunu sahiplendi." 

 

" Haklısın.” Dedi Bernard, kabullenerek.

 

Her ikisi de zemindeki tulumun üzerinde yatan Ryan'a bakıyordu. Vücudunun üzerinde kuruyan yoğun sıvıdan kaynaklanan koku tüm moratoryuma sinmişti. Ekşimsi bir koku yayılmıştı moratoryuma.

 

" En azından," dedi Bernard, " bir belirsizliğin sonuna gelmiş olduk. Artık yola çıkmaya hazırlanabiliriz."

 

Johannes, kafa sallayarak onayladı. Ve yavaşça talimat tablosundaki verileri tekrardan gözden geçirmeye başladı. Bernard da ona eşlik etti. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

III.

 

" Bu başlı başına saçmalık! Hiçbir teknik konuya değinilmemiş?! Kapsülün yapısı, ineceği mesafe ve o derinlikteki sıcaklık derecesi, kapsülün hareket prensibi... Elimizde işe yarar bir tane bilgi var o da kapsülün hedefine varış süresi. Peki ya vardığımız da ne olacak? Belirsizliğe katlanamıyorum. Ayrıca  kıyafetlerin kılavuzundan bahsetmişti ben kılavuz filan göremiyorum." dedi Johannes, sertçe. 

 

Haklı, diye düşündü Bernard. Sessizlik bozulmuş, kıyafetler gün yüzüne çıkarılmıştı. 4 kıyafet giyilmeye hazır şekilde duruyordu. Kıyafetin arka kısmında minicik bir Oksijen tüpü asılıydı. Uzun yol kat etmek için hazırlanmadığı her halinden belliydi. Küçük bir de çantası vardı, kıyafetin içerisindeyken sıvı halde besin tüketilebiliyor idi. Fakat yine de kendi yaşadığı topluluğun teknoloji düzeyi ile bu kıyafeti tasarlayan toplulukla kıyaslamak komik kaçardı. 3 adet kabin hariç bulundukları ortamdaki hiçbir şey güncel teknolojiyi yakalayamamıştı. Moratoryum, zaten taşıma amaçlı tasarlanmıştı. Konfor ya da uzun süreli yaşam standartlarını hedeflemiyordu. Minimum düzeyde harcama ile bizden burada bir şeyler yapmamız bekleniyordu. Yine de umudu taze tutmak için kapsüle kadar sabretmeli, diye düşündü Bernard ve,

" Artık yola koyulmalıyız." Dedi ve ekledi, " Ryan toparlandığına göre." 

 

Bu sırada Ryan, özel tasarlanmış tuvalet kabinin içerisindeydi. Son günlerde başı adeta çatlıyordu. Hala akıcı bir şekilde konuşamıyordu ve yapay yer çekimine alışmaya çalışıyordu. Tahminine göre dünyanın birkaç tık altında bir değerdi. Adımlarını daha hafif atıyordu. Ayrıca çok daha büyük bir problemin içerisindeydi; zamanı kavrayamıyordu. Uyanalı kaç gün olmuştu? Onu bile bilmiyordu. Tek bildiği şey yaşadığı bu ortamdaki ikilinin isimleriydi; Bernard ve Johannes. İkisi de dost canlısıydı. İkisine de görür görmez güveni artmıştı. Zararsız görünüyorlardı. Bernard denen adam sürekli yolculuktan bahsedip duruyordu. Diğeri yani Johannes ise her konudan bahsediyordu, Kahretsin! Sürekli konuşmak zorunda mıydı? Kabinin temizleme tuşuna bastıktan sonra yavaşça ayağa kalkarak giyindi. Ellerini temizlemek için sürdüğü sıvı onu sanki cam serasındaymış gibi hissettirmişti.  Yoğun bir leylak kokusu yayılmıştı kabine. Ellerindeki yoğun sıvı karışımını sentetik mendille temizledi ve leylak kokuları eşliğinde tuvalet kabininden dışarı çıktı. 

 

Artık ana kabin odasında üç kişilerdi. Moratoryumun ortamı basık hale gelmişti. Oksijeni belirten uyarı ekranı adeta kızıl renge bürünmüştü. Talimatlardaki uyarıdan dolayı Bernard iyice paniklemiş, yolculuğa bir an önce çıkılması yönünde baskı kurmuştu. Ve artık yolculuk için herkes hazırdı, tabii 3.kabindeki kişi hariç... 

 

Johannes üzerindeki uzay kıyafeti ile birkaç hareket denedi, reflekslerini test etti. 

 

" Sanki biri testislerimi mengene ile sıkıştırılıyormuş gibi hissediyorum." dedi Johannes, gülümseyerek. 

 

Bernard ise kıyafetin her bir kısmını özenle kurcalıyordu. Kıyafet, Johannes'in aksine Bernard'ın üzerinde abes durmuştu. Ryan ise kıyafetin arkasındaki Oksijen tüpünü kurcalıyordu. 

 

" Küçük değil mi? Yolculuk demek ki kısa sürecek:" dedi Johannes, Ryan'ın incelediği tüpü göstererek. 

 

Ryan ise kafasını sallayarak onayladı. Kıyafet ona hiç güven vermiyordu. Teknolojiden oldu olası anlamıyordu. Ayrıca bir bilinmezliğin içerisine sürükleniyorlardı; Gezegen hakkında hiçbir bilgileri yoktu, belki de dışarıya attıkları ilk adımda yok olup gideceklerdi kim bilir... Asabi görünmemek adına, duygularını kendine sakladı. Bernard ve Johannes artık bunu pek kafaya takmıyorlardı, talimatlarda yazanlara güveniyorlardı. Aynı Tanrı'nın talimatları gibi, diye düşündü Ryan. Diğerleri bunu hiç fark etmemiş gibiydiler ama bu tarz emirlere aşinaydı Ryan. Bernard'ın bu talimatlar karşısında eleştiri de bulunacağını düşünmemişti ki bunda haklı da çıkmıştı fakat Johannes'ın sivri oklarına da hedef olamamıştı; talimatlar. Anlaşılan bunlar emir almaya alışkın, neyse ki aralarında İbrahim’in bulunma ihtimali oldukça düşük, diye düşündü Ryan, gülümseyerek. 

 

Uyandığından beri ilk defa gülümseyen Ryan'ı kimse fark etmemişti. Her biri kendi dünyasına çekilmiş, kendilerinden bile sakındıkları tereddütleri en derinlere gömmüşlerdi. Belki de ölüm hemen kapının ardında onları bekliyordu fakat bu bir avuç insanın yüzü gülüyordu. Dertler kısa bir süre olsa da unutulmuş, giydikleri uzay kıyafetinin getirdiği güvenle hareket ediyorlardı. Bu kısacık umut dolu an esnasında Johannes bağırarak,

 

" Aklıma ne geldi dersiniz!? Gitmeden son bir kez daha kadeh kaldıralım." dedi Johannes, genişçe sırıtarak. 

 

" İyi fikir!" dedi Bernard, diğer elini dostça Ryan'ın uzay kıyafeti kuşanmış omzuna atarak. 

 

Hep beraber besin odasına doluştular. Uzay kıyafetleri yüzünden masanın çevresindeki alan daralmış, her birinin vücudu bir diğerine temas ediyordu. Bernard masanın üzerine üç kadeh koydu, Johannes ise itinayla şarabı bardaklara doldurdu ve derin bir iç çekerek, 

 

" Evet, şimdi kadehimizi neye kaldıracağız?" dedi Johannes. Ve ortamda hiç beklenmeyen bir ses işitildi,

 

" Un pour tous, tous pour un[9]." dedi Ryan.  

 

Bernard ile Johannes birbirlerine bakakaldılar. Sonunda diye düşündü Bernard. Tüm içindeki karamsarlığı boğmuştu bu ses. Johannes'ın ise ağzı kulaklarına vardı. 

 

" Belli ki Fransızca biliyorsun. Yaşadığım toplulukta Fransızca konuşan pek ender kişilerdi. Söylediğin sözün anlamı ne?" dedi Johannes. 

 

" 'Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için.' anlamına gelir. Dumas'ın yarattığı Silahşörlerin yemini." dedi Ryan, düşününce yemin anlamını da yitiriyordu zira d’Artagnan onlara katılamamış; tabutunda yani 3 numaralı kabindeki derin uykusundan uyanamamıştı . 

 

Johannes, bireyselliğin ihlalini şimdilik göz ardı edebileceğini düşünerek, hoşgörüyle,

"Uzayın Silahşörleri, fena fikir sayılmaz."

 

" Bu yemine kadeh kaldırmaktan şeref duyarım." dedi Bernard, gülümseyerek. 

 

Kadeh tokuşma ve gülüşme sesleri moratoryumun en dip köşesine dahi ulaştı, tüm kabinlerden yankılandı. Ses denilebilir miydi buna? Besin odasının dışına çıkan herhangi bir şey anlamını direkt yitiriyordu. Hiçbir canlının bulunmadığı ve duymadığı bir ses özelliğini yitirmiyor muydu? Aslına 'canlı' olmadığı fikri yanlıştı; 3.kabindeki kişinin cansız vücudunda birçok canlı yaşama kavuşmuştu. Bir can yitiminin ardından birçok cana konak olmuştu. Fakat yine de yankılanan ses anlamını yitirmişti, duyan olmadıktan sonra. 

 


IV.

 

Kapının ilk eşiği geçmişlerdi. İkinci ve dışarı ile direkt temas sağlanacak kabinde ise yan düzlemden kıyafetlerine püskürtülen kimyasal sıvıya bulandılar. Kapı tam karşılarındaydı. Ryan'ın ellerinde 3.kabindeki kişinin uzay kıyafeti vardı, Bernard ve Johannes ise fazladan erzak torbaları yüklenmişlerdi. Püskürtme işi sona erdiğinde tiz bir ses duyuldu ve kapı zıt yönlere doğru açıldı.  

 

Soluk bir kızıl ışık onları karşıladı. Gözleri kamaşan ve dimağı kuvvetle çalışan ekip hareketsiz bir şekilde çevreyi gözlemlemeye başladı. 

 

Zemin siyah taşlardan oluşuyordu. Çoğu Mucur[10] yapıda bulunan taşın yapısını kavramak güçtü. Gezegenin yörüngesindeki yıldızın yaydığı soluk kızıl renk zeminde parlamalara yol açıyordu. Herhangi bir ısı hissedilmiyordu, kıyafetin sıcaklık ölçeğinde henüz rakam veya ibare gözükmüyordu. Atılan her adımda zeminden çatırtılar yükseliyordu. Göz alabildiince taşlık ovar uzanıyordu. Ara sıra tepe,hatta dağ benzeri yapılar görmek mümkündü.

 

" Acaba buraya karanlık hakim olunca hava eksi kaç derece oluyor? " dedi Johannes, yerinde zıplarken. “ Ayrıca aracın üzerindeki paraşüte bakın. Kapkara olmuş. Demek ki rüzgar esebiliyor.”

 

" Belki de şu an hava eksi derece olabilir, bilemeyiz." dedikten sonra, çıktıkları moratoryum yapısının üzerini kaplayan paraşütü dikkatle inceledi. Nitekim o sıra aklında Darwin’in Beagle anısı gelmşti. Darwin,1832 yılında çıktığı yolculuk sırasında, geminin direk ve güvertesine ağ kuran örümcekler dikkatini çekmeye başlamıştı. Zira Atlantik’in ortasındaki bir gemiye kadar ulaşabilen örümceklein sırrını çözmesi uzun sürmemişti. Arka ayaklarına ağları ile saran örümceklerin, bir nevi kanatlı tulum uçuşu misali, rüzgardan güç alarak gemiye ulaşabiliyordu. Johannes’ da bir ümit paraşütün üzerini incelese de herhangi bir canlı bulamadı.

 

  Zemini saran taşları yere sertçe atıp, ayaklarıyla parçalamaya çalışan Bernard,

“ Bölgeye hakim olan taşın yapısı dayanıklı değil. Ayrıca rengi de tam olarak simsiyah değil. Kızıl ışığa doğru tutunca koyu yeşil renge sahip olduğu anlaşılıyor. Sanki zümrüt gibi. Gerçi zümrütün böyle çepe çevre ortalığı sarması mantığa aykırı olurdu. Belki de yalnızca bulunduğumuz bölgenin yapısı böyledir. Ayrıca moratoryumu'nda ki yapay yer çekiminin sebebini nedenini şimdi anlaşıldı; ön hazırlık. Hey! Yerdeki minik taş parçacıkların üzerindeki tozların hareketine bakın, knot değerini ölçebilseydik eğer değeri düşük bulacağımız kesin. " 

 

Ryan ise yaklaşık 1 km ötelerinde uzanan tepeye hayranlıkla bakıyordu. Yüksekliğini tahmin etmek zordu belki 1800 metre civarı olabilirdi, diye düşündü. Dünyadaki dağlarla kıyaslanınca sönük kalıyordu ama yükseltinin yaydığı ışık büyüleyiciydi. Daha önce Şhara[11] dağının eteklerinde kamp yaparken tanık olduğu gün batımını andırıyordu. Tek fark Şhara dağındaki ışıltı parlak sarı renkteydi, burada ise soluk kızıl ışıkla birleşip yayılan büyüleyici bir renk cümbüşüydü; siyah,kızıl ve koyu yeşil. Bu tarz anlara tanık olduğu için kendini şanslı saymaktan geri durmuyordu, bu onun minik yaşam notlarından biriydi; tüm yaşamını bu 'minik notların' derlemesiyle yorumluyordu. Elzem olan, an'dır ve o anı belleğe kaydetmektir. Bu büyüleyici manzaraya kendini kaptırmasaydı eğer zihninde yaygaralar kopacaktı; Peki ya öldüğünde tüm bu 'minik notlar' değersiz kılınmayacak mı? Yok olup gidecek bu eylemlere anlam yüklemek ne kadar mantıklıydı? benzeri sorularla, daimi olarak hiçliğe varan zihnindeki tartışmaya meydan verecekti; ışığın kamaştırıcı oyunu olmasaydı...

 

Bernard, Ryan'ın gözleri panelden gözükmese de tepenin ihtişamına kapıldığını anlayabiliyordu. Kapılmamak da elde değildi zira yansıttığı ışık karmaşası büyüleyiciydi; Dağın etekleri adeta alev almışçasına parlıyordu. Johannes'e bakınca onun elindeki besin paketini yere boca etmesini ve içerisine zeminden özenle seçtiği taşları koymasını keyifle seyretti. Bölgenin büyüsü tüm ekibi etkilemişti anlaşılan ve kısa sürede olsa bu anı bozmak istemeyen Bernard içinde yükselen bir an önce kapsüle ulaşma isteğini bastırdı. Çevresini dikkatle incelemeye devam etti; birkaç taşın altına baktı, herhangi bir 'canlı' formuna rast geleceğini  ön görmese de incelemeye devam etti. 

 

Yol, daha önce üzerinden işçi-robotların geçişleriyle aşınmıştı. Yönetici sınıfın ve güç sahibi insanların ideolojileri, farklı gezegenlerde yaşam arayışına masraf ayırmaktan kaçınmıyordu; hatta bu ortak gaye olarak kabul görüyordu. İnsanoğlunun hırs ve azmi bu amaçla perçinleniyordu. Yükselme ve hükmetme ihtiraslarına 'kozmik' çözüm arayışlarına girmişlerdi. Her nesil ardındaki nesli 'iş bilmez-bağnaz' buluyor ve ister istemez kurulan sistemi devam ettiriyorlardı. Bir sistemin yıkımı söz konusu değildi; yıkımın sonuçlarının bedelini fazlasıyla ödemişlerdi. Zamanla güncellenebilir olma prensibi 'ne dayanarak hareket edildi. Sistem, toplumun veya yaşanılan gezegenin ihtiyacından çok güncellenebilir olma özelliği ile öne çıkıyordu. Artık eski gayeler önemini ve anlamını yitirmeye yüz tutmuştu. Ve her bir yitim ardında korkunç bir boşluk bırakıyordu. Bu çağın gayesi bireyselleşme, amaç ise bir dini cemaatin ya da bir milletin devamlılığı değil, tüm insanoğlu medeniyetinin yükseltilmesiydi. Fakat, buradaki isteğin temeli bencilliğin erdemine dayanıyordu. Yine de daha fazla güç için mücadeleler veriliyor; insanın adeta ruhunda yer alan yozlaşmaya doğru sürüklenme engellenemiyordu.

Kişi, değersiz yaşamını örtbas edebilmek adına kendini bir gaye içerisinde bulmak istiyordu. Zira insanoğlunun medeniyeti ile kıyaslanabilecek bir medeniyet ya da yaşam formu tespit edilememişti. Savaşın kaçınılmazlığına çözüm arayışını ise, bilimsel keşfin getireceği neşe ile kıyaslanıyordu. Neşe, mutluluğun geçici etkisine karşın daha etkiliydi. Bireyin iç çatışmaları ve sorgulamalarından sağ çıkabilmesi için gerekli etkendi. Zira neşe, üretimin getirisiydi.  

Bernard hayal kırıklığı ile kısa araştırmasına son verdi ve başlığındaki ses aygıtına,

 

" Artık yoldan ilerleme vaktimiz geldi. İzi takip edelim, doğal ışık kaynağımızı yitirmeden önce." 

 

" Belki de şu anki konumunu değiştirmesi için yıllar gerekiyordur. Yine de yola devam edelim. Yeterince taş topladım. Bu kıyafetle bir şeyler toplamak hiç kolay değil ayrıca, " dedi Johannes, gülme sesleri eşliğinde,

 

" Sırtımdaki Oksijen tüpü ile çalışmak iştahımı açtı!" 

 

Yol boyunca Bernard ve Johannes'in taş torbalarını sıra sıra taşımaları hakkında tartışmalarından dolayı hiç keyif alamayan Ryan, tanık olduğu an üzerine düşünerek yoluna devam etti. Ayrıca elindeki fazladan olan uzay kıyafetini taşımak onu beklediğinden daha da çok yormuştu. Bir an önce ulaşmak için can atıyordu; evine, yeni evine. 

 

Düz sayılabilecek yürüyüş yolunun bitişini, eğimli bir alana geldiklerinde anladılar. Eğimli arazinin yaklaşık 400 metre aşağısında kurulmuş olan yapı görüş alanlarındaydı artık.  Yapı, dört basit sütunun üzerine oturtulmuş düz bir çatıdan ibaretti. Düz çatı, gezegene hakim olan yıldızın kızıl ışığını pek bir önemi kalmamış gibi görünüyordu. Zira düz çatının üzerinde yer alan ısı panelleri, siyah tozlardan dolayı kararmış ve çatının tüm yüzeyine kara bir tabaka hakim olmuştu. İlk bakıldığı zaman yapı modern bir mimariye sahipmiş gibi gözükse de yapıya dikkatli bir şekilde bakıldığı zaman bunun bir yanılsama olduğu ortaya çıkıyordu. Temel yapının hemen bitişiğinde, yarığın dibinde yer alan ek bir yapı daha vardı. Bu ek yapı, içerisinde sanki ejderha yumurtası barındırıyormuş gibi görünüyordu. Kubbe şeklinde tasarlanmış yapının içerisinde kapsül aracının bulunduğu öngörülüyordu. Moratoryuma kıyasla daha büyük ve geniş olan bu yapıların dışı tamamen kararmış; hafif rüzgarların getirdiği kara tozlar yüzünden hırpani bir görüntüye kavuşmuştu. Yapıların çevresinde birçok işçi-robotlar tarafından bırakılan palet izleri vardı. Hummalı bir çalışma ile oluşturulmuş bu yapıların etrafında, izler dışında hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Johannes içerisinden sayıp sövüyor, Bernard ve Ryan ise hırpani yapıya fazla aldırmadan aşağıya doğru inmeye çalışıyorlardı. Her biri yamadan aşağıya inerken daha önce robot paletlerinin adeta zikzak çizerek izledikleri rotayı izliyor; palet izlerinin dışında bir yere basmaktan çekiniyorlardı. Bastıkları bazı kısımlar hafiften ürküyor, aşağıya küçük taşlar yuvarlanıyordu. Birkaç dakika boyunca süren dikkatli inişin ardından yapının girişine gelmişlerdi.

“ Moratoryumun mimarisine benzer bir anlayışla inşa edildiği besbelli! Herhangi bir zevk veya geleneksel anlayıştan söz etmek imkansız. Neredeyse hiçbir yetenek sarf edilmeden, üzerine fazla düşülmeden; yalnızca amaç ve maliyet düşünülerek tasarlanmış.” Dedi Johannes, öfkeyle.

 

Bernard, isteksiz bir şekilde kafa sallamak durumunda kaldı.

Ryan, söylenenlere pek aldırış etmeden, kapının hemen yanında bulunan el mandalını indirerek prosedürün ilk aşamasını yerine getirdi. Açılan kapıdan içeriye girdiklerinde ise kapı birden arkalarından kapandı. Yatay düzlemden üzerlerine püskürtülen kimyasal sıvı ile dezenfekte edildikten sonra içeriye girebildiler. Yolculuklarına başlayacakları kapsül merkezine ulaşmışlardı artık.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

V.

 

 

 

İlk izlenim şaşırtıcıydı zira zeminin üzerinde toz tabakası oluşmuştu. Ne görünür de masa ne de sandalye benzeri eşyalar vardı; birkaç monitörden başka bir şey yoktu. Bernard içeri adımını atar atmaz monitörlerin kontrollerini kontrol etse de çalışmadıklarını anlamıştı. Hatta yapının sağladığı yapay ışık oldukça düşüktü. Johannes'in görüşlerine bakılırsa da yerdeki tozun sebebi, Oksijen sağlayıcının, sirkülasyonun fazla olmasından kaynaklı olarak arızalanmasındandı. Haklı olabilirdi zira ortamda ki oksijen seviyesini gösteren panelin üzerinde uyarı ışığı yanıp sönüyordu. Bu sırada Johannes'ın ağzından hakaret ve küfürler duyuluyordu; bu yolculuğu planlayanların ve bu şartları onlara reva görenler hakkındaydı. Bu hakaretler eşliğinde Bernard, Ryan'ın yüzündeki değişiklikleri gözlemliyordu. Ryan, sanki evi talan edilmiş gibi çevresine aval aval bakınıyordu.

 

Bernard bir süre bunun üzerine düşündü. İçinde ahkam kesen ve yaygara koparan ben'liklerinin öfkesini dindirircesine,

 

" Belli ki oyalanmadan kapsüle yönelsek iyi olacak. Başlıksız burada kalamayız. Ortamda az da olsa Ojsijen bulunma ihtimali olabilir ancak yeterli düzeyde olduğunu sanmıyorum. Başlıkları çıkartırsak eğer kısa bir sürede baş dönmesi yaşayacağımıza eminim. Tahminimce sebebi de Hemoglobin[12]. Oksijen sağlayan cihazların çoğunun arıza yapmasından dolayı ortamda Karbondioksit ve sıcaklığın artmasından dolayı Hemoglobin değerlerimiz anlık artış yaşayacaktır.” 

 

" Olabilir. Bu konular hakkında fikrim yok." dedi Ryan. 

 

Bernard kıyafet başlığındaki köşeyi yani kulağının arkasını Ryan'a işaret ederek,

 

" Öncelerden CoS'ım bana tanıttığı ve öğrettiği bilgilerden yalnızca birkaçı." dedi ve, " CoS'ın ne olduğunu biliyor musun?" dedi Bernard.

 

" Creator of Self yani Benliğin Yaratıcısı. Bir zamanlar bende düşünmüştüm fakat ön yargılarımdan dolayı taktırma gereği görmedim." dedi Ryan. 

 

Johannes, tozlu zeminde gürültülü adımlarla yanlarına yaklaştı ve öfkeli bir şekilde el kol hareketleri yaparak,

 

" Gelin de kapsül olacak hurdanın haline bakın!" dedi.

 

Gürültülü adımlar eşliğinde kapsülün bulunduğu odaya girdiler. Johannes önceden gördüğü için şaşkınlık belirtisi göstermedi; hatta sağ eliyle adeta reverans yaparak kapsülü bize sunuyordu. Johannes’in tezat hareketlerine aldırış etmeyen Ryan ve Bernard o sırada umutsuzluk içerisinde manzarayı seyre koyuldular;

 

Kapsülün yalnızca yarısı gün yüzündeydi. Diğer yarısı zeminde özenle açılmış gibi duran yarıktaki suya temas ediyor ve hafifçe sallanıyordu. Gözüken kısım ise hiç umut vaat etmiyordu. Açıkça anlaşılacağı üzere kapsülün yapımında kullanılan ana madde çelikti. Çelik, neredeyse uzun zamandır tercih sebebi olmayan alaşım idi. Nitekim onun yerine şu zamanlarda sıkça tercih edilen geliştirilmiş Alüminyum kullanılabilirdi. Gerçi bu kadar ucuza kaçılan bir serüven için fazlasıyla pahalı bir seçenek olurdu.  Diğer seçenekler yani Mars'ın yüzeyinden elde edilen Regolit[13] ile Kitin[14]in birleşimi ya da Yalıtkan silisyum seramik ve kompozit malzemeler kullanılabilirdi. Yıldızlar arası üretim anlaşmaları gereği çelik tedavülden kaldırılmıştı. En büyük sebebi ağırlık olarak gösterilse de Mars gezegenindeki üretimi desteklemek amaçlı alınan bir karardı. Bernard, adeta ortama hakim olan karamsar havayı dağıtmak amacıyla harekete geçerek, merdiveni tırmanıp kapsülün kapağındaki emniyet kolunu çekti. Büyük bir tıslama sesi ile ağır bir şekilde kapak dışa doğru açıldı. 

 

" Söylesene, içerisi nasıl gözüküyor?" dedi Johannes, heyecanla. 

 

Bernard bir süre göz gezdirdikten sonra,

 

" Umudunuzu yitirmemelisiniz." dedikten sonra, gösterişli bir şekilde hafifçe eğilerek eliyle silahşör dostlarını içtenlikle davet etti. 

 

Johannes'in umutsuz serzenişlerinden bunalan Ryan,

 

" O kadar da kötü sayılmaz. 7 günlük yolculuğu atlatabiliriz." dedi. 

 

" Umarım haklısındır. " dedi Johannes ve sonra merdivene tırmandı. Ardından ise yüksek sesle haykırarak "Hey, şuna bakın!" dedi. 

 

Kapsülün içi, merkez çember bölgenin dışında dört minik bölmeye de sahipti. Merkezin yani çember şeklindeki ana bölmenin köşelerinde cam paneller vardı. Cam panellerin tam ortasına gelecek şekilde ise bir monitör konulmuştu, monitör açıktı. Koyu yeşil bir ekran üzerinde (-) işareti yanıp sönüyordu. Merkezin içerisinde, monitörün biraz önünde ise yere sabitlenmiş bir masa ve dört sandalye göze çarpıyordu. Merkeze ve üst kısımdaki her iki odanın girişine de merdivenler konulmuştu.

Hızla merdivenden aşağıya inen Johannes, monitörün tuş takımına yaklaştı ve herhangi bir tuşa tıklamadan önce Bernard, aşağıya doğru seslenerek,

" Bekle! Johannes. İlk önce kapsülün dışındaki besin ve diğer eşyaların bulunduğu çantalarımızı içeri alalım  daha sonra da hazır olduğumuza kanaat getirirsek, kapsülün açık olan kapağını kapatırız ve ancak o zaman monitörle ilgilenebiliriz." dedi ve ekledi,

" Belki de basacağın herhangi bir tuş, yazılımın onaylayacağı bir tür hareketi meydana getirir; bizi bu çelik yığını içerisinde, kapağı açık bir şekilde, karanlık ve dipsiz bir suyun derinlerine göndermelerine öncülük etmiş olursun." dedi Bernard. 

" Haklısın, rehavete kapılmamak gerek." dedi Ryan, onaylarcasına. O sırada merdivenden aşağıya merkeze doğru iniyordu. Ardından ise Bernard onu izledi. 

Johannes ise o sırada bu akıl yürütmeleri keyifle seyretti ve hak verircesine hiçbir harekette bulunmadı. Önceki günlerin sessizliğinin sebep olduğu bunalımı yavaş yavaş üzerinden atmaya başlamıştı. Bir konu da haklı çıkma becerisini kaybetmeyi pek dert etmemeye başlamıştı nitekim şu an için en büyük problem sessizlikti. CoS'ının kaybının etkisini üzerinden henüz atamamıştı. Saldırganlaşan davranışlarından ne kadar tiksinti duysa da elinden hiçbir şey gelmiyordu. Olayların getirisi onu dik kafalı bir yapıya itmişti.

Ryan, üst katta yer alan her iki odayı da inceledikten sonra,

“ Malzemeleri kapsüle taşıyalım, hadi.” Dedi Johannes’a doğru. Daha birkaç dakika önce indiği merdivenden tekrardan tırmanmaya başlamıştı. 

Ryan'ınardından, Johannes' de kapsülden çıkarak çantaları almaya gitti. Bernard'ı kapsülün içerisinde bırakmışlardı zira Bernard'ın bedenen yorgunluğu kolayca gözlemlenebiliyordu. 

Sert sandalyenin bedenine özenle uyum sağlamasını hisseden Bernard, diğer boş olan üç sandalyenin sahiplerini düşündü. Bu eyerlerin sahiplerini nasıl bir yolculuk bekliyordu? Daha yolculuğun başında bir eyer sahibi eksilmişti bile. Umutsuzluğa yenik düşmemek için açık olan monitörü gözlemlemeye başlayan Bernard; ekrana hakim olan koyu yeşil tona ve onun içerisinde bir kaybolup bir sönen siyah renkteki işarete bakarak iç geçirdi. Koyu renkteki yeşil ton içerisinde yanıp sönen (-) işareti kendi kapsüllerine benzetti; derin ve koyu renkteki suyun içerisine inecek olan bu ağır kapsülleri bir bilinmezliğin içerisinde belki de yitip gidecekti. Belki de ekrandaki işaret gibi belirti gösteremeyecek;  hiçbir veri paylaşımında bulunamayacaklardı. Yaşadığımıza dair veri paylaşamadan yok olup gideceğiz. Belki de... Düşünceler bulutu adeta bir sis gibi Bernard'ın görüş alanını sarmıştı. Kendi iç dünyasından yükselen sorgulamaların eşliğinde, karamsarlığın hakimiyetindeki hayal dünyasına dalıp gitmişti.


 

V.

 

 

 (-)... Ekranda yanıp sönüyordu. Bernard, çoğu zaman, dipsiz enginlikteki karanlığı aydınlatacak fikirlere sahip olurdu. Fakat bu sahnede hiçbir fikrini öne sürmeye cesaret edemiyordu; zira herhangi bir hata onları ebediyete yollayabilirdi. Johannes ise çantaları içeriye taşıdıktan sonra yerleştirmeye başlamıştı. Ama tüm dikkati ekranda yanıp sönen simgede idi. Yaptığı işe hiç odaklanmadan devam ediyordu; sorumluluk almaktan kaçınıyordu. Sanki birkaç dakika önceki sabırsız Johannes’in yerine gayet temkinli hareket eden ve hata yapma olasılığından dolayı karar almaktan kaçınan biri gelmişti. Aslında, anlaşılan o ki Bernard ve Johannes belirsizliğin en keskin virajını almaya cesaret edemiyordu. Hatta itiraf etmeseler de şu an hareket etmek yerine beklemeyi tercih ederlerdi. Sırtlarındaki oksijenin son limitine kadar bekleyebilirlerdi.

 Karar almaktan acizler, diye düşündü Ryan. Karar alma cesaretinden yoksun, risk faktörü kendini gösterdiği an kendi kabuklarına çekiliyorlar, kararı bir başkasının almasını istiyorlardı. 

Bu sessizliğin yarattığı gerilimin şiddetine dayanamayan Ryan elini tuş takımının üzerine getirip,

" Herhangi bir tuşa basmanın zamanı geldi. Oksijenimizi harcamamalıyız. Kapağı içeriden kapatmak için ise bir el mandalı görünmüyor. Buradaki her şey yazılımsal komut ile yönetiliyor olmalı." dedi ve destek amaçlı arkasına bakındı. Gördüğü manzara trajikomikti; Bernard bir halt yemişçesine bakıyor ve azarlanmayı bekleyen bir çocuk misali masum görünüyordu. Johannes ise sorumluluğun ona kalmamasından dolayı hoşnuttu; sanki sahneye çıkan bir hokkabazın gösterisini izler gibiydi. O hokkabazın ihtişamlı ve hızlı el hareketlerini beklemek yerine daha ziyade hata yapacağı anı bekliyordu sanki.

 Ryan, işaret parmağıyla, rastgele bir tuşa bastı.

(-)...  Hiçbir şey olmadı. Ortamda kimseden ses çıkmıyordu. Ryan, hayal kırıklığını saklamak amacı ile arkasını dönerek, 

" Belki de farklı bir tuşa basmam gerekliydi..." dediği sırada, büyük bir gıcırtı sesi ortama hakim oldu. Sanki yıllardır kapanmayan bir kapı kapatılmış ve bunun akabinde duymayan kalmamıştı. Bernard, adeta yerinden sıçrayarak konuşmaya başladı,

" İşte sonunda! Artık bu gezegende ki görevimize resmen başlamış durumdayız." dedi ve büyük bir sevinçle. Johannes ise gülümsedi ama hayal kırıklığına uğradığı anlaşılıyordu.

 

Kapak, ağır ve gürültülü bir şekilde kapandı. Kapanmanın akabinde, güvenlik ışığı kırmızıdan yeşile döndü. Ve bir anda ortama, cam panellerin altına sabitlenmiş cihazdan sıvı oksijen yayılmaya başladı. Johannes, oksijen cihazına yaklaşarak,

" Artık bu kıyafetleri çıkarma zamanımız geldi." dedi ve birkaç dakika sonra soyunmaya başladı. Herkes sırtındaki tüp ve ağzına sokulan pipetten kurtulmanın keyfini yaşıyordu. Ryan'ın yüzündeki gülümseme üzerine Bernard merakla sordu,

 

" Neye gülümsüyorsun, Ryan?" 

 

" Sanki kendimi uzun bir yolculuğa çıkıyormuş gibi hissediyorum. Birazdan anons yapılacak; yolculuğun kaç gün-saat süreceği bildirilecek ve akabinde hostes gelip  "istediğiniz herhangi bir şey var mı?" diye soracakmış gibi hissediyorum." dedi Ryan. 

 

" Buzlu bir viskiye hayır demezdim." dedi keyifle Johannes. 

Kapağın kapanmasından birkaç dakika sonra, monitörün ekranında, koyu yeşil tonun önünden siyah  harfler belirmeye başladı,

 

(-)… Kapak kapatıldı. Hidrolik sistemdeki valfler kontrol edildi. Oksijen seviyesi %20 oranına sabitlendi. Rota belirlendi. İlk aşama, şu anda bulunan konumdan 720 metre derinliğe inilecektir. Açılan tünelden geçilerek, su direncinden dolayı sürtünmeyi azaltmak için yavaş bir şekilde iniş gerçekleşecektir. İkinci aşamada transit geçitten geçilecek ve sonrasında yatay bir şekilde rotanın sonuna doğru harekete geçilecektir. 7 günlük bir yolculuk gerçekleşecektir.(-)…

 

Ryan, hemen akabinde tuşlara basmaya başladı ama yazı çoktan ekrandan silinmişti ve bastığı hiçbir tuş ekranda gözükmedi. Ryan karamsar bir şekilde ellerini ovuşturdu. Keşke şu an bir karanfilli sigaradan bir duman içime çekebilseydim diye iç geçirdi. İşte o zaman, dumanı ciğerlerine doldurduğu an daha net düşünebildiğini hissediyordu. Kafasını karıştıran bir olayın hemen akabinde karanfilli sigarasını yakar ve düşünürdü; bu muhakemenin sonucunda çıkan karar neticesinde hareket ederdi. Ama şu an sigaraya ulaşabilecek bir konumda değildi, yalnızca alkol oranı düşürülmüş şarapları vardı. Fısıltıyı andıran bir sesle,

" Acaba tuşa basmakla acele mi ettik? İstasyonu biraz daha kontrol edebilirdik. Belki de yanımızda getirdiğimiz yedek uzay kıyafetini birimiz giyerek dışarıda bir tur daha atabilirdi. Belki..." dediği sırada Ryan. 

 

" Acele etmemeliydik. Biraz daha bekleyebilirdik Keşke CoS'im aktif olsaydı; ihtimalleri değerlendirebilirdi." dedi Johannes, o sırada masada oturmuyor; besin dolabındaki öteberi ile ilgileniyordu.

“ Hata yaptığımızı sanmıyorum. Yalnızca kaçınılmaz olanı gerçekleştirdik.” Dedi Bernard, tartışmaya mahal vermemek için kibar bir ton ile söylemişti.

Ancak o sırada Ryan, Johannes’a doğru,

"CoS'in bu konu hakkında yardımcı olamazdı. Fikir devşiren bir cihazdan fazlası değil." dedi Ryan, küçümseyici bir şekilde, ve devam etti,

 

" İrade sahibi olduğunu idda eden birey nasıl olur da böyle bir cihazın kendi zihnine temas etmesine izin verir? Nasıl çiplenmesine itirazı olmaz!" 

 

 

Johannes, gereksiz işine son vererek, son yapılan eleştiri üzerine öfkeyle gelerek elindeki üç kadehi masaya koydu ve içlerini, artık çok iyi bildikleri kırmızı şarap ile doldurdu. Ve gözlerini Ryan'ın üzerine odakladı. 

 

Ryan bu sitem içeren hareketin üzerine sözlerine devam etti, 

 " Sorunlarımızdan alkol tüketerek kaçınamayız. Ayrıca CoS'in sağlığınıza zarar verecek ürünleri tüketmenize izin vermesi tuhaf. "

 

"CoS hakkındaki zırvalarını da hiç dinleyecek durumda değiliz. Damgalılardan feyzalmak da tuhaf." dedi Johannes, öfkeyle. Elinde tuttuğu kadehten sıçrayan birkaç damla şarap masaya damladı. Bu damlalardan Bernard'da isabet almıştı ama bunu belli etmemeye çalıştı, gerginlikten hoşlanmadığı her halinden belli oluyordu. 

 

"Damgalı da ne demek!?" dedi Ryan, hiddetlenerek.

 

" Ne demek olduğunu sen gayet iyi biliyorsun." dedi Johannes, önemsemez bir tavırla.

 

Sabrının sonuna gelen Ryan öfkeyle ayağa fırladığı anda Bernard onu kolundan yakaladı,

 

" Damgadan kast ettiği senin yaptırdığın bir ritüelin sonucunda oluşan şey."  dedi Bernard, muğlak konuşarak. 

 Ryan ise bu kast edilen ritüeli ilkin anlayamadı ancak birkaç saniyenin ardından jeton düşmüştü,

" Sünnet kararını ben vermedim! Ailemin kararıydı bu." dedi Ryan, alınmış gibiydi, yumuşak ve isteksiz bir şekilde ağzından şu sözcükler döküldü, "  hem siz aileden ne anlarsınız ki!"

Bu sözlerin akabinde, adeta bir poyraz çıkmış ve masadaki tüm öfke ve neşe duygularını silip süpürmüştü. Ölüm sessizliği bir anda ortamı sardı, sarmaladı. Ryan bu sözlerden sonra yüzünü masadakilere doğru kaldırmadı. İçinde taşan öfke tufanını dindirmek için bakışlarını kadehin içerisindeki kızıl birikintiye odakladı ve son sözlerindeki, ağırlığını hiç tartmadan söylediği için kendine de öfke duyuyordu. Sessizliğin ne kadar süredir devam ettiğini artık kestiremeyen Bernard yavaşça ağaya kalkarak,

 

" Bilinmezliğe doğru sürüklendiğimiz bu yolculuğun her bir kademesinde sinirlerimiz daha da yıpranıyor. En iyisi biraz dinlenmek." dedi ve,

 

" Ayrıca..."  ortama yayılan sessizlikten cesaretlenerek, " kapsülün içerisindeki kabinlere henüz detaylı bakmadım. Ne kadar dar gözükseler de bu yolculuk boyunca bu minik kabinlerin içerisinde uyuyacağız. Ve tulumlardan kurtulmanın zamanı geldi zira köşeye sabitlenmiş yataklar var. Eğer sizin içinde uygunsa aşağıdaki kabinlerden birini almak istiyorum."  

 

" Sorun değil. Ben yukarıdaki iki kabinden birinde kalabilirim." dedi Ryan, kadehindeki şarabı yudumlayarak. 

 

Johannes, Ryan'nın olduğu tarafa bakmamaya özen göstererek, Bernard'a kafasıyla onayladı. 

 

" Tamam o zaman! Şimdiden, henüz suya dalmamış iken, yerleşmeye başlayalım zira dalış sırasında belki de bize bir ışık kaynağı sağlanmayabilir." dedi Bernard ve sandalyesinden kalktı. Johannes'in omzuna dokunarak,

 

" Yardımına ihtiyacım var." dedi Bernard, nazikçe. 

 

Ryan, merkezi odanın bitişiğindeki iki kabinden uzak kalacağı için mutluydu. Yukarıya çıkan minik merdivenden çıkarken aldığı kararın ne kadar doğru olduğu gözlemleyebilmiş idi, nitekim elleri sinirden titriyordu. Öfkesini kontrol almak için uzaklaşması gerekiyordu. Üst kısımdaki iki kabinin birisine girdi. Bu kabinin girişi, ana kapağın olduğu kısma bakıyordu. Minnacık, tahminen beş karış uzunluğunda bir cam panel eklenmişti. Bu özellik çok hoşuna gitmişti. Camdan baktığında tozlu istasyonun odasını görebiliyordu.

Daha demin masada söylediği sözler şimdi zihnine hücum etmeye, ona vicdan azabı çektirmeye başlamıştı bile. Dünya dışındaki neredeyse tüm koloni gezegenlerde aile kavramı yitirilmişti. Aile, terra geleneği olarak anılır olmuştu. Annelik kavramı yitirilmiş, özenle muhafaza edilen embriyo havuzlarından ihtiyaç dahilinde, adeta ürün üretircesine insan üretiyorlardı. Ve bunu doğal karşılıyorlardı. Nitekim artık 'doğal' kelimesinin terminolojisini bile eleştirir olmuşlardı ya! Terra dışında kullanılmayan bir kelime olup çıkmıştı. Aklından geçen bu fikirleri muhakeme ederken, dar odanın girişinden bir şey hareket ederek geçti. Korkuyla camdan uzaklaşan Ryan, haykırmamak için kendini zor tuttu. Hemen, hafifçe buğulanmış camı titreyen elleriyle sildi ve soluğunu tutarak dışarıya, tek gözlem noktasında bakarak bekledi. Ve kapının hemen ardından tekrar bir şey geçti. Bir android diye düşündü Ryan. İşçi- robotlardan biri olabilir miydi? Sessizce bekleyişini sürdürdü ama uzun bir süre bir şey göremedi. Şunu teyit edebilmişti; oradaki her ne ise yönlendiriliyordu. Önceden yazılımsal olarak programı olsa dahi onu dışarıdan yönetecek bir üst-yazılıma muhtaçtı. Zira bu gezegenin yapısı önceden detaylıca keşfedilmiş olamazdı. Öyle olsaydı daha büyük yapılar kurulurdu ve yalnızca 4 kişilik, ne idüğü belirsiz bir grup gönderilmezdi. Belki de kapsülün içerisindeki suskun monitörün ardında bulunan yazılım yönetiyordur ya da gezegenin yörüngesine oturtulmuş bir uydu. Ryan bu karamsarlıktan çıkması kolay oldu zira korkunç bir sürtünme sesi ile kapsül sarsıldı. Hemen odasından aşağıya sarkarak,

 

" Neler oluyor?" diye seslendi, yüksek ses ile.

 

" Galiba harekete geçtik." dedi Bernard, merkezi odadaki cam panelden dışarı bakarak. Gerçekten de kapsül bir anda karanlığa teslim olmuştu. 

 

Ryan akılsızlığına söverek odasındaki minik camdan bakmaya çalıştı ama nafile karanlık kapsülü kuşatmıştı. Ne rotadan tamı tamına eminlerdi ne de kapsülün dayanıklılığından. Ne yapmışlardı ki böyle sürgün edilecek, onları buraya göndererek, görevler yüklenecek? Ryan, sonunda fark ettiği sorunun cevabını bulmuştu. Korkuyla titreyerek titreyen ellerine baktı; bir şeyin hatta belki de en önemli hatıranın farkına varmıştı sanki, acaba gerçekten sebebi bu olabilir miydi? Aklını kurcalayan ve aydınlanma yaşatan fikrini sessizce düşündü. Sol eliyle  de sağ bileğindeki kabuk bağlamış yarada gezdirdi. Hatırlamaya başlamıştı şimdi. Adeta toprağın altından birbiri ardına filizlenmeye başlayan anılar günyüzüne çıkıyordu. Yuttuğu zehri, yaşadığı paniği ve yarattığı yıkımı düşündü. Şimdi uzanmış olduğu yatakta zorla nefes alıyordu. Zihin, vicdan ile el ele vererek adeta yüreğine hücum ediyordu. Yine de bu panik anında sessizliği korudu. Karanlığın içerisinde sessizce saklandı zira sakındığı bir gerçeğin geç de olsa farkına varmıştı.

 

 

 

 

 

Kapsül hareket edeli epey bir süre geçmişti. Ryan, bu sürenin başlangıcında aşağıya seslenmiş olsa da karanlıktan dolayı kabinine çekilip uyumuştu.

Bernard o sırada kaç saat geçtiğini tahmin etmekte zorlanıyordu. Ayrıca, sık sık kontrol etmesine rağmen monitör de harfler görememişti. Geçen zaman hakkında fikir yürütmek istiyordu zira hareket edildiğinden beri Johannes yanından ayrılmamış, son yaşanan tartışma üzerine konuşup durmuştu. Onun gereksiz laf kalabalığını önleyecek tek nokta; farklı bir konu üzerine düşünmekti. Kapsülün derinlere inişi hafif sarsıntılarla sürüyordu, arada sırada sert bir yapıya temas edince korkunç bir gürültü kopuyordu. Ama şimdiden alışmışlardı. Johannes, düşünce bulutunu dağıtırcasına araya girdi,

 

" Yine dalıp gidiyorsun, bazen beni dinlemediğini düşünüyorum." dedi ve sitemle sözlerine devam etti,

" Bize nasıl yaklaştığını gördün mü? Hele ki CoS hakkında sözlerini tasvip ediyor musun?" dedi Johannes.

 

Bernard, kendisine her fırsatta laf ebeliği yapılmasından hoşlanmamaya başlamıştı,

 

" Ben CoS hakkında söylediklerine katılmadığımı zaten tahmin edebiliyorsun. Ayrıca Ryan'ın son sözlerinden duyduğu pişmanlıkta her halinden belli oluyordu. Bu yolculuk üzerimizde büyük bir stres ve yorgunluk yarattı." dedi Bernard.

 

Johannes, öfkeli bir şekilde el kol hareketleri yaparak,

 

" Ne kadar öfkelendiğini fark ettin mi? Senin odana taşınmana yardım ederken göz ucuyla onun yukarıya çıkışını seyrettim. Ellerini sinirden zangır zangır titriyordu! Belki de bir öfke nöbetinin başlangıcıydı? Belki de araya girmeseydin bana zarar verebilirdi." diye akıl yürüttü.

 

" Saçmalama! Ona 'damgalanmış' diye hitap etmenden dolayı öfkelendi. Dediğim gibi burada haklı olan taraf yok, hatta taraf olunacak bir durum da yok! Bırak da biraz dinlensin, hatasının farkına varacaktır. Ayrıca..." dedi Bernard, yalvarırcasına bakarak, " izin verirsen bende biraz dinlenmek istiyorum. Şimdilik monitörü kontrol etme nöbetini sana devretmem gerek."

 

Johannes, hafifçe kafasını sallayarak onayladı. Bunun akabinde, derin bir huzur duygusuyla yatağına uzanmaya giden Bernard, derin karanlığın içerisinde, yalnızca monitörün kısır ışığı ile aydınlanan kasvetli yüzü ardında bıraktı. 

 


 

 

 

Elleri titriyordu... Ellerindeki titremenin sebebini az çok hissedebiliyor; vücudunun birçok yerine sıçrayan sıcak kanın varlığını hissedebiliyordu. Eylemin bir anda gerçekleşmesi, daha önce ki düşüncelerini gölgede bırakmıştı. Birine zarar vermek, sevdiğin birine, ani öfkenin belirtisinin aksine önceden de biriken nefretin belirtisiydi. Nitekim, burada beklediğinden de hafif bir azap duygusu altındaydı. Birçok kez aklından geçen fikri, sinir krizlerinden aldığı cesaret ile eylemi sonunda gerçekleştirmişti. Cêline'nin kanlar içindeki bedeni odanın köşesinde uzanıyordu. Aldığı bıçak darbelerinden dolayı odanın içi adeta kan gölüne dönmüştü. Enteresan bir şekilde Cêline hala hayata tutunmaya çalışıyor, nefes borusunda biriken kan soluk borusunda tıkandığından dolayı arada bir aksırıp tıksırıyordu. Ellerini hırpani vücudunun bir noktasına bastırıyor hemen akabinde ise başka bir noktadan boşanan kanın yüzünden ellerini yeni belirlediği bölgeye bastırıyordu. Sesi hırıltılı ve kısık bir şekilde çıkıyor fakat boğazında biriken kanın yüzünden ne demek istediği anlaşılamıyordu; büyük ihtimal Celso'ya seslenmeye çalışıyordu. Ama Ryan bunu önceden tahmin ettiği için Celso'yu devre dışı bırakmıştı. Aklının almadığı şey ise Céline'ni hala sevmesine rağmen yaptığı eylemden pişmanlık duymayışıydı. Céline'nin aşağılayıcı sözleri, küçümseyici tavırları ve küstahça hareketlerinin de katkısı vardı bu eylemin gerçekleşmesinde ama özünde bambaşka bir sebep yatıyordu; bir zamanlar Raskolnikov'u da ele geçiren bir sebep, kendini gerçekleştirme eylemi; olağanüstüler...  Kendini gerçekleştirmek için bunu yapması gerekiyordu zira kendine ulaşabilmek için ilk önce Cêline aşması gerekiyordu.

Benlikler arası mücadele şimdilik sona ermişti. Bir yandan kafa karışıklığı diğer yandan büyük eylemini gerçekleştirmenin getirisi olan öz güven duygusu birbirine karışıyordu. Ryan, hırıltı nefes seslerini ardında bırakarak merdivenlerden aşağıya inerek salona yöneldi. Bakışlarını indiği basamaklardan kaldırmadan, dosdoğru kanepeye yöneldi. Bastığı her bir adım gerisinde kanlı bir iz bırakıyordu. Ama bunu umursamadan, bedeninin tüm yorgunluğu atmak istercesine kanepeye uzandı. Ve bir anda azap duygusunun artışıyla nefesinin kesilmesi bir oldu. Çılgınlar gibi kanepede tepinmeye ve inlemeye başladı. Kontrolsüz bir şekilde ağlamaya ve titreyen ellerini bedenine sımsıkı sarmaya çalıştı. Zira salonun bir bölümünü kaplayan çiçekleri gördüğü an hatıralar birbiri ardına gelmişti; Cêline'nin zamanının büyük bir bölümünü alan ve özenle baktığı çiçekleri... İlkin kendi çicekleri vardı ancak Cêline eve yerleştikten sonra cam serayı ve evi bambaşka çiceklerle donatmıştı. Her biri birbirinden daha ihtişamlı olmak adına cam tavandan gelen ışığa doğru amansız bir mücadele içerisindeydi. Cêline, sarmaşıklara olan özel ilgisinden dolayı, salonun dış bölüme açılan kısmına özenle seçtiği begonvil bitkisini dikmişti. 2 yılın ardından öyle bir boy atmıştı ki bitki, neredeyse evin bir kısmını sahiplenmiş ve sarıp sarmalamıştı. Ondan yayılan koku ve güneş ışığının çiçeklerin üzerinde oluşturduğu görsel şölenin berraklığı, Ryan'a yaşamındaki masumiyeti ve saf güzelliği hatırlatmıştı. Uzun bir zamandır gölgelerin içinde gezindiği bu dünyada ve belki de artık bir daha hiç saf olamayacağı, her zaman bir suçlu hatta katil sayılacağının farkına varması onu bir anda yıkıma uğratmıştı. Eylemin öncesinde de bu düşünceler az da olsa aklına geliyordu ama şimdi bu düşünceler onu ele geçirmiş; uzaktan göründüğünün aksine azap verici bir hal almıştı. Ryan, bu koku ve görsel şölenin ruhunda açtığı yaranın acısına dayanamayarak eline ne geçtiyse yıkmaya, bozmaya hatta koparmaya başladı. Adeta vahşi bir hayvan gibi salonu bir anda toz ve toprağa boğdu. Kendini kaybettiği şu anı dışarıdan gözlemleyecek kişinin onun hakkında kesinkes histeri tanısı koyardı. Ağlama sesinin tizliği ve yarattığı minik kıyımın gürültüsünden dolayı üst katta bir yaşamın son nefesini verdiğini duymadı, hissetmedi. Cêline, bir zamanlar âşk kelimesinin temsili olduğuna inandığı kadın, adeta kendi kanında boğularak ölmüştü. Sevdiğinin son bir hediyesi onu bambaşka bir boyuta sürüklemişti; nereden bilebilirdi ki!

 

Toz ve toprağın arasında da bir beden uzanıyordu; bedeninin birçok yerine kan bulaşmıştı. Aldığı yaralardan ziyade verdiği hasarlardan dolayı bitkindi. Yüreğinde uyanan ve adeta onu kavuran azap duygusu eşliğinde gözlerini kapadı. Ne kadar süre geçtiğini anlayamamıştı ama bir ses duyduğuna emin olduğu an doğruldu ve yalpalayarak ayağa kalktı. Gecenin tekinsizliği evini sarıp sarmalamıştı. Yerlerde vazo parçaları, toprak ve bitki parçaları vardı. Ellerini zonklayan başından çekerek önündeki, gölgelerin içerisindeki kişiye uzattı. İlk önce fark edemedi ama ellerine bulaşan sıcak kanın hatırasıyla kendini geriye doğru attı. Fakat Cêline onu öyle bir kuvvetle boğazına sarılmıştı ki... Nefes alamamanın yanı sıra Cêline'nin cansız gözlerindeki o ifade aklını oynatmaya yeterdi. Bir anda yüreğinde biriken acının etkisiyle haykırdı.

 

Terler içerisinde uyandı. Hemen akabinde titreyen ellerini karanklıkta dikkatlice incelemeye çalıştı; kan olup olmadığını ya da tırnaklarında toprak parçası olmadığından emin olamadı. Bu ellerle nasıl bu eylemi gerçekleştirdiği hatırlayınca bir anda titremeye başladı. O esnada odasının yani kabinin merdiveni sarsılıyordu. Bernard ve Johannes, Ryan'ı yakalayan dünya dışı yaşam formunu yakalamak için, birbirleriyle yarışıyordu. Yattığı yatak terden sırılsıklamdı. Kendini sakinleştirmeye çalışsa da başaramadı, titremesi daha da şiddetlendi. Kabinine ilk ulaşan Johannes idi. Atik bir şekilde karanlık kabinin içerisine girdi ve ani bir korkuyla bağırdı,

 

" Bernard, acele et! Lanet olsun, lanet olsun..." Ellerini Ryan'ın alnına koydu ve,"  yüksek ateşi var!" dedi ve arkasında ona yetişmenin derin keyfini yaşayan Bernard'a haykırarak,

 

" Hemen su ve ilaç getirmeliyiz. Ryan hasta." dedi ve büyük bir gürültüyle kabinin merdivenlerinden aşağıya inmeye başladı. 

 

Bernard, karanlık yüzünden tökezleyerek Ryan'ın yatağına ulaştı ve terden sırılsıklam olmasının, titreyen ellerini bedenine sımsıkı sarmasından dolayı Ryan'ın şu an bir kriz geçirdiği zannetti. Yavaş bir şekilde Ryan'ın ellerini tutmaya çalıştı. Yatağın bir köşesine odaklanmış gözlerini dikkatle inceledi ve ona temas etmekten kaynaklanan tuhaf duygu eşliğinde titremesinin azalmasını bekledi. 

 

" Ryan, beni duyuyor musun?" dedi Bernard, dikkatlice. Ryan hiçbir tepki vermedi, titremenin dışında. 

 

Aşağıdan gürültüler gelmeye başladı ve tiz bir ses yükseldi,

 

" Geliyorum, geliyorum az kaldı." Nefes nefese kalan Johannes, bu krizin kendisinden dolayı kaynaklandığını düşüncesi altında adeta eziliyordu. Gürültülerin doruğa ulaştığı sırada kabinin girişine ulaşmıştı. Acele ile elindeki ilaç kapsüllerini yere döktü ve içerisinden zor da olsa güçlendirilmiş Parasetamol[15] kapsülünü bulmayı başardı ve bunu Bernard'ın eline doğru uzattı. Ryan'ı çenesinden kavrayan Bernard, güçlükle konuştu,

 

" Gelsene, ne duruyorsun orada! Ryan'ın kollarını tut. İstemeden de olsa o güçlü kollarıyla beni bir yumrukta yere serebilir zira şu an ona ne yapmak istediğimizin farkında bile değil." 

 

Johannes, temasın getirdiği tiksintiyi bastırarak, Ryan'ın terli kollarını sımsıkı kavradı. Bernard, çenesini yukarı kaldırmasıyla Ryan'ın titreyen dudakları gevşedi ve hafifçe açıldı. Bu açıklıktan ilaç kapsülünü dikkatle içeriye atan Bernard, Johannes'e kafasıyla işaret ederek Ryan'dan uzaklaştı. Johannes karanlığın içerisinde kafa işaretini adeta hissedercesine anladı ve sonra dikkatli bir şekilde ellerini çekti. Ryan, titreyen kollarıyla bedenine sarılıp sessizce bekledi. Tek ışık kaynağının, oval merkezin içerisinde yer alan monitörden yansıyan ışıktı. Koyu yeşil ışık kapsülü adeta dünyayı, güneşten aldığı ışığı yansıtan Ay’ın görevini görüyordu. Bernard ve Johannes, karanlığın içerisinde, acı ile titrediğini düşündükleri insanı üzülerek bir süre sessizce seyrettiler. Aslında, karanlığın içerisindeki yaratık, karanlığın onu sarıp sarmalamasından hoşnut bir şekilde, birkaç gündür unuttuğu derin azap duygusu ile mücadele ediyordu; ömrünün sonuna dek sürecek bir mücadele...

 

Zaman, algı ve düzlemini kaybetmişti. Kapsüldekiler için zaman bilinmeyendi. Gözlemlenen ve akıp giden tek şey şu idi; Ryan'ın küçük penceresindeki köpüren ve sıkışan suydu. Kapsül, indiği tünel dar olmalıydı ki çoğu zaman sürtünmelere maruz kalıyordu. Ortamı aydınlatan soluk ve koyu yeşil ışık dışında hiçbir şey yoktu. Silahşörlerin yüzleri karanlığın esareti altındaydı. Biri, geçmişte yaşadığı ve yol açtığı eylemleri düşünüyordu. Bir diğeri de hatta birileri de... Kasvet, Ryan'ın kabusundan dolayı kapsüle adeta virüs gibi bulaşmıştı. Bu kasvetten kurtuluşun tek yolu; sisli ve soğuk bir havanın hakim olduğu, neredeyse her bir adımın dikkatli bir şekilde atıldığı ve bilinçsiz bir davranışın sonucunda yaşanacak kaybın farkında olunmasıydı. Anılarda kaybolmak rizikoyu arttırır; bilincin yan etkisi. Eğer bundan faydalanan bir canlıysak eksilerine de katlanmalıydık.

 

Ryan'ın odasının giriş kısmında uzanan Johannes, baktığı iç metal duvarın üzerinde yeşilliğin içinden çıkan siyah parçacıkları fark ettiği an haykırdı,

 

" Hey! Şuna bakın, harfler çıkıyor." 

 

Bernard, uyku sersemliğin getirisinden dolayı söyleneni anlayamadı. Merakla Johannes'in merdivenlerden inişini seyretti. Ryan ise karanlığın içerisindeydi; camın sunduğu hareketliliği seyrediyordu. Söylenenleri algılayamayacak derecede dağılmış vaziyetteydi. Bernard onu yalnız bırakmamak için odanın kapısından aşağı bakarak seslendi,

 

" Neler oluyor Johannes?" 

 

Bu sözler kapsülde yankılandığı anlarda Johannes, ekrandaki yazıyı üçüncü kez baştan okuyordu. Gözlerinin ve aklının yardımıyla okuduğunu kavrasa da, bu cümlenin bir yazılımının kodlarından çıkmasına şaşırıyordu. Bernard'ın tekrar sesi duyulduğunda cevap verdi,

 

" Aşağı gelmen gerek Bernard. Ryan'ı birkaç dakikalık yalnız bırak ve aşağı gel." dedi Johannes.

 

Bernard, minik cam panelde tek seyirlik bir gösteri olarak sunulan yayına kapılmış olan Ryan'ı yalnız bırakarak merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Her bir merdivenin ardından aydınlık arttı. Kapsülün salonu adeta yeşile doymuştu; yer yer siyah harflerden dolayı, çiçeklenmiş gibiydi. Oyalanmadan Johannes'in yanına gelerek monitöre baktı. 

 

 

(-)… Nihayet (-)…

 

Gergin bekleyiş anına daha fazla katlanamayan Johannes,

 

" Ne yapmalıyız?" dedi.

 

Bernard tuş takımının başına geçti ve zemine sabitlenmiş sandalyeye oturdu. Terli elleri tuşların üzerinde bir tur gezdirdikten sonra tuşlara basmaya başladı, akabinde ise Johannes, kelimeleri ilk başta kısıtlı kullanmasını önerdi. Bu öneriyi doğrultusunda kelimeler ekranda belirdi,

 

<” Ne demek istedin?”>

 

 

(-)…Sizin deyiminizle uzun bir vakit beklediğimi ifade etmek amacıyla bu sözcüğü kullandım. Bir kişi eksik olsanız da 3 kişilik bir mürettebat ile de hedefe ulaşılabilir.(-)…

 

Bernard bu yazılanların karşısında heyecana kapılarak,

" Nasıl kaç kişi olduğumuzu bilebilir?" dedi ve alıcı bir göz ile kapsülün etrafını tekrardan taradı. 

 

" Belki ortama salınan ve tüketilen gaz ve kimyasalların değerlerine göre tespit etmiştir; önceden dört kişinin tüketeceği ortalama gaz hesabını yapmış olmalı ve bulduğu değer ile şimdi ki değer arasındaki fark olmasından dolayı..." dedi Johannes, henüz cümlesini bitiremeden,

 

" Çok kesin konuşuyor. Dediğin mantıklı ama bu sonuca kesin ulaşmak mümkün değil. Bir kodlama ürününden bahsediyoruz. Kesin bir şekilde belirttiğine göre kendince kanıtlara ulaşmış demektir. Ya bizi gözetleme şekli geliştirdi ya da farklı bir yol buldu, bilemiyorum." dedi Bernard, saçını kaşıyarak. 

 

" Neden ona sormuyoruz?" dedi Johannes, önceki cümlesinin bölünmesine aldırmayarak.  

 

Tuşların tıkırtısı tekrar yükseldi,

 

<”Bir kişi eksik olduğumuzu nereden biliyorsun?”>

 

(-)…Moratoryumdaki kabinlerin her birinden veri alışı sağlayabiliyorum. Hatta bu gezegendeki yani Sarcodon[16]’ın üzerinde temasa geçebildiğim yazılımsal cihazlar ile veri akışı sağlayabiliyorum. Fakat, an itibariyle 105 metre derinliğinde bulunduğumuzdan dolayı birçok veri akışı sonlandı. (-)…

 

 

Demek ki gezegendeki en akıllı varlık ile karşı karşıyayız, diye düşündü Bernard. Belli ki erişime ulaşmanın bir yolunu bulmuş; belki de diğer cihazları ele geçirebiliyor. Yoksa, kim kapsülün içerisinde, tek monitörlü bir yazılıma bu yetkiyi versin ki? Aklındaki soru karmaşasını bir anlığına kenara bırakarak, Johannes'a danışmadan tuşlara bastı ve bu sırada kapsül iyiden iyiye yavaşlamıştı. Sürtünmenin azalması hissedilebiliyordu.

 

<” Sarcodon’daki misyonumuz ne?”>

 

Bu cümle ekranda parladığı sırada kapsül, neredeyse tamamen durdu. Bernard ve Johannes şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Acaba söylenmemesi gereken şeyi mi söyledik, diye düşündü Bernard. Johannes, şaşkın bakışlarını camdan tarafa doğru çevirmişti. Nitekim camdaki su baloncukları tamamen durmuştu.

Bu sırada, Johannes ve Bernard fark etmese de, gösterisinin durmasının nedenini anlamak için Ryan'da odasının girişinden merkezde gerçekleşen olayı seyrediyordu.

 

İki şey bir anda gerçekleşti; monitördeki harfler birer birer açmaya başladı ve kapsül, sanki devinimsel olan hareketlenmesine tekrardan başladı. 

 

(-)… Talimatlar gereği, Terra zaman birimi olarak 7 günlük bir yolculuk gerçekleşecek. Öncellikle, dalış yapılan, Babil yarığı adlı 7200 metre derinliğe sahip geçitin sonuna ulaşılacak. Bu aşama bittiğinde ise transit geçiş olarak kullanılacak bir geçitte, akıntının kuvvetinden yararlanılarak, 8 saatlik bir geçiş sağlanacak. Arından ise son aşama da Don Juan adlı gölün yüzeyine çıkmak için 10 saatlik bir yolculuk gerçekleşecek. Ulaştıktan sonra gereken tetkiklere başlanacak. Don Juan’ın uzunluğu 250 km, en geniş kısmı ise 50 kilometre. Derinliği ise ölçümlere göre 8117 metredir. Su 2° derecedir. Bol miktarda kireç içeren Don Juan Gölü, birçok yer altı suyunun birleşme noktasıdır. Karstik şekillerle çepeçevre olan Don Juan gölü içerisine kurulacak spor yuvaları, Hydrozoa sınıfına ait canlılar, likenler gibi canlıların yerleştirilmesinde mürettebat görev alacaktır. Ayrıca, Yeraltı gölünde genellikle biyolüminesans özelliğine sahip canlıların yaşayıp çoğalabilmesi için cihazlar yerleştirilecektir.

Don Juan gölüne ulaşan birçok robot şu anda yerleşim aşamasında. Yerleştikten sonra yapay bir rüzgar oluşturmak için aktifleşecekler. Dalgalandırma ise doğal bir uydu olan WASP-12b [17]sayesinde gerçekleşiyor. Son olarak dileğinizi belirtin. (-)…

 

Bilgileri kavrayabilmek için büyük bir açgözlülük ile yazıları okuyorlardı fakat bu verileri unutacaklarını bilerek anahtar kelimelere odaklanmaya başladılar; Babil yarığı, 72 saatlik tünel, Don Juan gölü,  soğuk ve bol miktarda kireç... Johannes, Bernard'ın omzuna vurarak,

 

" Bir şey yazmalısın! Bir istek de bulunmalıyız, ışığa ne dersin?" dedi Johannes.

 

Bernard, Johannes'in dediklerini duymazdan gelerek aklındaki isteğinin ekranda belirmesini seyretti,

 

< “ Terra’nın zaman ölçüsüne göre geçirdiğimiz süreyi ve yolculuğun bitimine ne kadar kaldığını belirtmeni istiyoruz.”>

 

Johannes, sandalyesine yaslanarak, sıkkınlığını belirtircesine oflayıp pufladı.  Bernard, ona dönerek,

 

" Karanlığa katlanabiliriz; bir daha ki dileğe kadar. Fakat zamanı bilmeliyiz." dedi.

Her vakit haklı görünmekten ve kendini karar mercisi olarak görmekten ne zaman vazgeçecek acaba diye düşündü,Johannes. Bernard'ın bu bilmiş tavırları ve paylaştığı önerilere kulak asmamasını gururuna dokunuyordu. Johannes bu düşünceler içerisindeyken monitörde, çoktandır bekledikleri sayaç meydana çıktı.

 

(-)… 19:52:09…(-)

 

Ve ekran, tekrardan eski görünümüne kavuştu; (-)...  Yanıp sönen işaret geri geldi. Bernard, hayal kırıklığı içerisinde nerede yanlış yaptığını anlayamamıştı. Johannes bu fırsatı kaçırmayarak,

 

" Zamanı sürekli ekranda gösterecek ise kapsülün hareketini yönlendiremez. Bunu düşünmeliydin! Keşke ışık tercihinde bulunsaydık." dedi ve odasına doğru çekildi. 

 

Bernard ise yaptığı hatanın farkına varmasına rağmen görmezden gelircesine tuşlara basmaya devam etti ama ekranda, (-)..., dışında hiçbir şey belirmedi. Bir süredir ekrana bakmaktan dolayı gözleri uyuşan Bernard, monitör'ün uzaklaşarak, cam paneldeki gösteriye yöneldi. Yalnızca suyun kabarmasının farkına varılması dışında hiçbir şey sunmayan bu tekdüze gösteriyi yine de seyretti, Bernard.

 Sanki kapsülün yazılımı bize Tanrı’dan bir lütuf istermişçesine, dilek hakkı sunuyordu. Olayın absürtlüğü ve yaptığı yanlış tercihinden dolayı şimdiden içinde muhakemeye başlamıştı. Bu kafa karışıklığı ile Ryan'ın yanına çıkmak ve ortamın kasvetine katlanamayacağını ön görerek yukarıya doğru baktı ve Ryan'ın o sırada kendisine baktığı fark etti.

 

" Her şeyi görmüş olmalısın. Seni rahatsız etmemek için aşağı indirmedik. Ne de olsa burada yaşananları sana anlatacaktık, nitekim gerek de kalmadı." dedi Bernard, yukarıya doğru seslenerek. Bunun akabinde ise Ryan'ın tepsini fark edemedi zira ortamdaki koyu yeşil ışık yüzünden ayrıntıları fark etmek imkansızdı. Anladığı düşünerek devam etti,

 

" Yanına gelmemi ister misin? İyi hissediyor musun?" dedi Bernard, isteksizce.

 

" Ben iyiyim." dedi Ryan, titreyen ve halsiz bir şekilde ve devam etti, " biraz daha uyumalıyım."

 

" O vakit bende odama çekilip uzanmalıyım. Bir şey olursa seslenmen yeterli." dedi Bernard ve karanlığın hakim olduğu odasına girdi. Odası Ryan'ın odasına göre sadeydi; cam panel yoktu. Yumuşak yatağa uzanan Bernard, oluşturduğu düşünce bulutunu zenginleştirmek için Ryan'ın kabustan uyandığı sırada haykırdığı ismi de ekledi aralarına; Céline. Bu adı haykırarak uyanmıştı Ryan, acaba ne yapmıştı? Derin bir iç çekişle gözlerini kapatan Bernard, bir an için, birçok kez olduğu gibi suçsuz ve günahsız bir insanın varlığına rastlamamanın verdiği iç rahatlamayla yerinde gevşedi. Bu düşünce, iç benlikleri arasında geçen ve ağır derecede 'suçlu' bulunduğu muhakemelerden uzaklaşmasını sağlıyordu. Tekrar ve tekrardan sessizce dile getirdi fikrini, kendi iç benliklerini sustururcasına tekrarladı; her insan hata yapar, her insan hata yapar, her insan hata yapar.



[1]  Jeodezi : Yerölçüm, yerkürenin şeklini tespit ve yeryüzünü ölçme işlemlerini konu edinen bilim dalıdır. Jeodezik Kubbe ise, bir küre üzerine atanan noktaların jeodezik çizgilerle birleştirme fikri ile ortaya çıkmıştır.  Bu minvalde Buckminter Fuller’in  (1895 – 1983)  eserlerine bakılabilir.

[2] Creative of Self : Benlik yaratıcısı. Yazarın uydurduğu bu kelime, kişinin içerisinde yer alan benliklerin bilgi ve deneyim ile sürekli mevki değiştirdiği, bu bitmek tükenmez mücadele de cihazın önemli bir rol üstleneceğini düşünerek bu adı vermiştir. CoS, internet bağlantısı kurulabilen, bilgiye anında erişim sağlayabilen ve üst-düşler imkanı sağlayabilen bir cihazdır.

[3] Determinizm : Belirlenimcilik, özgür irade bir yanılsamadır. Alınan tüm kararlar önceden belirlenmiştir. Yalnızca nedenler ve sonuçlar vardır.

[4] Üst-düşler : CoS aracılığı ile çalışan, hologram teknolojisine sahip bir meta evren. Kişinin, CoS aracılığı ile düşüncelerindeki birçok ayrıntının yaşam bulmasına ve bunu üç boyutlu bir şekilde aktarılmasına yardımcı olur.

[5] Hidroponik : Toprak kullanmadan su içinde mineral besin çözümleri kullanarak bitki yetiştirme yöntemi.

[6] Baklagiller ( Fabaceae) : Fabales takımından çoğunu otsu bitkilerin oluşturduğu çalı ve ağaç türlerini de içeren büyük bir familyadır. Fasulye, bakla, nohut, soya, mercimek, bezelye gibi insan gıdası olarak kullanılan türler bu familyadandır.  

[7] Materyalizm : Maddecilik, her şeyin maddeden oluştuğunu, bilinç dahil tüm oluşumların maddi etkileşimler sonucu oluştuğunu öne sürer. Metafiziksel hiçbir yaklaşımı hoş karşılamaz. Madde, var olan tek özdür.

[8] Mistisizm : Gizemcilik, dinsel esrimelerle ilgili  ülkülemlerin, erdemlerin, ayinlerin ve efsanelerin uygulanmasının birlikte yapıldığı fikir akımı.

[9] Lat: “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için.”  Alexandre Dumas ( 1802-1870)  Aslında İsviçre’nin ulusal sloganıdır. 1868’te meydana gelen felaketler neticesinde hükümet, halk tabanında yardımlaşma ve dayanışma duygularını arttırmak için bu slogan kullanılmıştır. Fakat Dumas’ın Üç Silahşörler adlı eseriyle slogan bambaşka bir ün kazanmıştır.

[10] Mucur : Gevşek kaya parçalarının oluşturduğu topluluk.

[11] Şhara : Gürcistan’ın en yüksek noktasıdır.

[12] Hemoglobin : Kemik iliğinde üretilen ve kırmızı kan hücrelerinde edilen demir açısından oldukça zengin bir proteindir.

[13]  Regolit : Mars yüzeyine hakim olan, kayayı kaplayan gevşek ve heterojen maddedir. İçerisinde toz, toprak, kırık kaya ve buna benzer maddeler bulunur.  Mars dışında Dünya, Ay ve bazı Asteroitlerde bulunur.

[14]  Kitin : Eklembacaklılar tarafından dış iskelette, genellikle kütikula kısmında, mantarların ise hücre çeperini oluşturan karbonhidrattır. Yapılarda ve daha birçok araç gereçte kullanılır.

[15] Parasetamol : Ağrı kesici ve ateş düşürücü etkiye sahip bir ilaç etken maddesidir.

[16] Sarcodon imbricatus : (Balaban mantarı) Pullu Kirpi olarak bilinen, dişli lamelleri ve pullu şapkasıyla bilinen, kahverengi bir mantardır. Gezegene kuş bakışı bakıldığı vakit üzerindeki çıkıntılardan dolayı bu isim uygun görülmüştür.

[17] WASP-12b : 1 Nisan 2008’de SuperWASP gezegen geçiş araştırması tarafından keşfedilen gezegen. Güneş benzeri bir gezegen olan WASP-12A’nın yörüngesinde olmasına rağmen ışık yaymayan, kapkaranlık bir gezegendir. 




(...)




[1]  Jeodezi : Yerölçüm, yerkürenin şeklini tespit ve yeryüzünü ölçme işlemlerini konu edinen bilim dalıdır. Jeodezik Kubbe ise, bir küre üzerine atanan noktaların jeodezik çizgilerle birleştirme fikri ile ortaya çıkmıştır.  Bu minvalde Buckminter Fuller’in  (1895 – 1983)  eserlerine bakılabilir.

[2] Creative of Self : Benlik yaratıcısı. Yazarın uydurduğu bu kelime, kişinin içerisinde yer alan benliklerin bilgi ve deneyim ile sürekli mevki değiştirdiği, bu bitmek tükenmez mücadele de cihazın önemli bir rol üstleneceğini düşünerek bu adı vermiştir. CoS, internet bağlantısı kurulabilen, bilgiye anında erişim sağlayabilen ve üst-düşler imkanı sağlayabilen bir cihazdır.

[3] Determinizm : Belirlenimcilik, özgür irade bir yanılsamadır. Alınan tüm kararlar önceden belirlenmiştir. Yalnızca nedenler ve sonuçlar vardır.

[4] Üst-düşler : CoS aracılığı ile çalışan, hologram teknolojisine sahip bir meta evren. Kişinin, CoS aracılığı ile düşüncelerindeki birçok ayrıntının yaşam bulmasına ve bunu üç boyutlu bir şekilde aktarılmasına yardımcı olur.

[5] Hidroponik : Toprak kullanmadan su içinde mineral besin çözümleri kullanarak bitki yetiştirme yöntemi.

[6] Baklagiller ( Fabaceae) : Fabales takımından çoğunu otsu bitkilerin oluşturduğu çalı ve ağaç türlerini de içeren büyük bir familyadır. Fasulye, bakla, nohut, soya, mercimek, bezelye gibi insan gıdası olarak kullanılan türler bu familyadandır.  

[7] Materyalizm : Maddecilik, her şeyin maddeden oluştuğunu, bilinç dahil tüm oluşumların maddi etkileşimler sonucu oluştuğunu öne sürer. Metafiziksel hiçbir yaklaşımı hoş karşılamaz. Madde, var olan tek özdür.

[8] Mistisizm : Gizemcilik, dinsel esrimelerle ilgili  ülkülemlerin, erdemlerin, ayinlerin ve efsanelerin uygulanmasının birlikte yapıldığı fikir akımı.

[9] Lat: “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için.”  Alexandre Dumas ( 1802-1870)  Aslında İsviçre’nin ulusal sloganıdır. 1868’te meydana gelen felaketler neticesinde hükümet, halk tabanında yardımlaşma ve dayanışma duygularını arttırmak için bu slogan kullanılmıştır. Fakat Dumas’ın Üç Silahşörler adlı eseriyle slogan bambaşka bir ün kazanmıştır. 

[10] Mucur :Gevşek kaya parçalarının oluşturduğu topluluk.

[11] Şhara Dağı :Gürcistanın en yüksek noktasıdır.

[12] Hemoglobin : Kemik iliğinde üretilen ve kırmızı kan hücrelerinde edilen demir açısından oldukça zengin bir proteindir.

[13] Regolit : Mars yüzeyine hakim olan, kayayı kaplayan gevşek ve heterojen maddedir. İçerisinde toz, toprak, kırık kaya ve buna benzer maddeler bulunur.  Mars dışında Dünya, Ay ve bazı Asteroitlerde bulunur.

[14]  Kitin : Eklembacaklılar tarafından dış iskelette, genellikle kütikula kısmında, mantarların ise hücre çeperini oluşturan karbonhidrattır. Yapılarda ve daha birçok araç gereçte kullanılır.

[15] Hemoglobin : Kemik iliğinde üretilen ve kırmızı kan hücrelerinde edilen demir açısından oldukça zengin bir proteindir.

[16]  Regolit : Mars yüzeyine hakim olan, kayayı kaplayan gevşek ve heterojen maddedir. İçerisinde toz, toprak, kırık kaya ve buna benzer maddeler bulunur.  Mars dışında Dünya, Ay ve bazı Asteroitlerde bulunur.

[17]  Kitin : Eklembacaklılar tarafından dış iskelette, genellikle kütikula kısmında, mantarların ise hücre çeperini oluşturan karbonhidrattır. Yapılarda ve daha birçok araç gereçte kullanılır. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar