Yedinci Kısım - I. Bölüm
GARBAGE FACTORY
7.1
Artık tüm benliğimle düşlerde var olmaya başladım.
Zihnim karanlığa teslim olmuştu. Mücadele sona ermişti.
Yaşam yalnızca bir yanılsamaydı. İlk başlarda, Yaşam bir düştür, diye düşünüyordum. Fakat yanıldım. Düş, basit tanımlamaların ötesindeydi.
Yaşadığım bu fiziksel alem, yalnızca bedenimi içeriyordu. Ruh ise burada bir kelimeden ibaretti. Düşlerde ise ruh kelimenin dar sığınağından çıkıp yaşam buluyor, hiçbir fiziksel kurala tabi tutulmuyordu. Ruh yalnızca düşlerde var olabiliyordu:
-"Zira düş ölümdü." diye söylendi, isteksizce biri.
Sesin ve belirsizliğin yarattığı ani korku ile etrafıma bakındım. Fakat karanlıktan başka hiçbir şey yoktu. Ta ki minik bir bükülmeyi fark edene kadar. Karanlığın belirsizliğini bozan bükülme yavaşça harekete geçti.
Bükülmeyi yaratan şey, yaklaştıkça karanlığı içine çekiyor, bedenini daha belirgin hale getiriyordu. Beden, belirsizliğini her adımında azaltarak yaklaşmaya başladı. Yaklaşan bedenden hiçbir salınım hissedememenin yarattığı korkuya teslim olmadan önce, belirginleşen bedene pürdikkat baktım. Yakınıma gelince, belirsizliği netliğe kavuşan beden ve yüz tam karşımdaydı.
- " Gerçekliğe hoş geldin!" dedi, hafifçe gülümseyerek ve dikkatle gözlerimin içine baktı. Birkaç saniyenin ardından -sanki gözlerimde beklediği etkiyi görememiş gibi- umursamaz bir tavırla arkasına dönüp uzaklaşmaya başladı. Karanlığın içine karıştı. Ne bükülme ne de ses, geriye yalnızca saf korku kalmıştı. Korkunun etkisi gerçeklikten daha ağır gelmişcesine tireyerek tökezledim. Zira daha demin karanlığın özünden gelen ve tam karşımda durup konuşan beden Kraliçeye aitti.
Bir tıkırtı...
Panikle harekete geçip, sırtımı odanın duvarına vermemle beraber odaya giren Yardakçı daha neler olup bittiğini anlayamadan yerinde donup kaldı. Şaşkınlıkla beni seyrediyordu. Sabırsızlanarak konuştu;
-" Efendim, iyi misiniz?!" dedi Yardakçı, korkuyla.
Gerginleşen vücudumu sakinleştirmek için derin bir nefes aldım. Sakince,
- " İyiyim. Yalnızca kabus gördüm o kadar." dedim ve sakinleşmeye çalıştım. Zira hala gerçekliğin saf korkusunu anımsıyordum. Gözlerim istemsizce vücudumdaki sızının kaynağına yani minik yaraya takıldı.
- " Odanızdan korku salınımları hissettiğim için geldim, Efendim. Ayrıca bir süredir sizi odanızın dışında bekleyenler var." dedi, Yardakçı. Nereye baktığımı anlamaya çalışarak, vücudumu gözleriyle detaylı bir taramadan geçiriyordu. Fırsat vermeden toparlandım,
- " Peki, artık bekletme onları. İçeriye çağır ve yuvada herhangi bir şey olursa beni hemen haberdar et." dedim.
Yardakçı, vücudumdaki sorunu anlayamadığı için kaygısızlıkla antenlerini hafifçe eğerek selam verdi ve odanın dışına doğru yürüdü.
Yardakçı odadan çıkar çıkmaz hızlıca köşede duran sütun yapraklarının üzerindeki yaprak bitlerine atıldım. Açlıktan adeta gözüm dönmüştü. Yine de Türdeşlerin yanında zayıflık göstermemeliydim. Hele ki durumlar yuvada bu kadar karışmışken.
Zihnimi düşün etkisinden tamamen arındırmak için farklı düşüncelere daldım. Zira yuvada durumlar hiç iç açıcı değildi. Yuvanın içerisinde baş gösteren bu faaliyetler tehlikenin boyutunu adeta gözler önüne seriyordu. Bunu gerçekleştirenler planlarını iyi yapmıştı. Tabi benim şansımı göz ardı etmişlerdi. Ama ne için? Kraliçe gibi bir varlık var iken hiç kimse onun yerine geçecek kişiye itaat etmezdi. Gerçi Kraliçe uzun bir zamandır gözlerden ıraktı. Yine de gücü yuvanın her kesimine eşit derecede yayılmıştı. Eleştirilmesi bile hoş görüyle karşılanmıyordu. Bir tek derinlerde, derinlerdeki tünellerin çıktığı dar ve ışık görmeyen kovuktaki türdeş hariç. Robin, acaba olanlardan haberdar mıydı? Aklım düşüncelerle meşgul olduğundan odaya girenleri fark edemedim. Rich'in sesli kahkahası odayı adeta sarstı,
- " Yaprak bitlerini böyle hırsla yiyen bir türdeşi ilk defa görüyorum!" dedi, Rich. Durumlar ne kadar iç karartıcı olursa olsun Rich her zaman gülüyordu, çünkü korkusunu bastırmasının tek yolu buydu. Jason da yanındaydı. Fremont adlı türdeş ise biraz arkalarında sessizce izliyordu. Jason bana bakarak:
-" Yemeye devam et, Greg. Belli ki ihtiyacın var." dedi. Gözleri hırpani vücudumun üzerinde gezerken. İçinden bana karşı acıma duygusunun geçtiğini hissedebiliyordum. Ağzım besinle dolu iken konuşmadan yemeye devam ettim. Rich hafifçe sağa yönelerek oyuklara göz atıyordu. Jason ise dikkatle beni gözlemliyordu. Gözlerinde yalnızca acıma duygusu yoktu. Hafif salınımlarından anlayacağım üzere tedirginlik yine yuvayı sarmıştı. Fremont ise biraz cesaretlenerek Jason'ın yanına hiza aldı.
Besinin çoğunu tüketmiş durumdaydım, fakat kendimi durdurmam epey zor oldu. Vücudum açlık ve korkudan adeta solmuştu. Kendimi toparlayarak sakince Fremont'u gözlemlemeye başladım zira odadaki tek yabancıydı. Gözlemlemeyi ve ağzımdaki son yaprak parçalarını yutmaya çalışırken Rich köşeden konuşmaya başladı,
- " Greg, alınma ama vücudun berbat gözüküyor. Artık sana yeni bir lakap bulma vaktimizin geldiğini düşünüyorum zira Kara Tırpan bu durumda yetersiz gelecektir." dedi, tebessümle.
Onun bu neşesi beni istemsizce kedere sürükledi. Onu gördükçe aklıma Will geliyordu ve ondan geriye kalan parça. Jason, duygularımı hissedercesine lafa girdi,
- " Şimdi lakap bulma vakti değil. Greg, sen burada yokken çok tuhaf şeyler gerçekleşti. Çoğu konuda seni bilgilendirmişlerdir diye düşünüyorum fakat yine de durum çok tehlikeli. Yuvada yalnızca ekim işinde çalışanlar değil toplayıcılar da dahi tedirginlik var. Herkes korkuyor." dedi Jason, sakince soluğunu vererek.
Fremont kendisinden beklenmeyen bir cesaretle lafa girdi;
- " Korku, yalnızca belirsizliğin getirisidir." dedi, ve odadaki tüm dikkatleri üzerine çektiğini anladığında ise daha çekimser bir tavırla ekledi;
" Yani bu son olaylar kimsenin beklemediği şeylerdi. Ayrıca hiç kimse çıkıp açıklama yapıp halkı sakinleştirmediği için olaylar git gide büyüdü. İşler üç şafaktır sarkıyor. Herkes endişeyle bekliyor." dedi, Fremont. Sözünü bitirdiğinde ise saygıyla bekledi. Pasif görüntüsüne karşın görüşleri hiç fena sayılmazdı.
Acaba onu bu vekilliğin alt kademesine getiren kişi Oliver mıydı? Ona birçok konudan benzerlik gösteriyordu, o kadar yaşlı görünmese de. Sakince, sözlerimi tartarak konuştum,
- " Tedirgin olmaları konusunda haklılar. Onlara detaylı bir açıklamaya ihtiyacımız var. O yüzden daha yüksek bir mertebeden fikir almak zorundayız." dedim, Kraliçeyi kastederek.
Fremont bu fikir karşısında biraz şaşırmıştı. Jason ise antenlerini fikrimi desteklercesine hafifçe salladı. Rich ise hiç oralı değilmiş gibi görünmeye çalışıyordu.
Bir süre sessizce bekledik. Odada tedirginlik az da olsa geçmişti. Fremont yavaşça sessizliğin sunduğu bu rahat atmosferi dağıttı;
- " Kraliçe ye danışmak mantıklı olabilir. Fakat efendim, ben zaten bunu daha önce düşünmüştüm. Siz gelmeden önce Kraliçe ye danışmayı düşündüm. Fakat Kraliçenin henüz uyanma vakti gelmedi ve uyku döngüsünü bozmaya cesaret edemedim." dedi, Fremont. Ve devam etti,
" Kanıtlara gelirsek. Elimizde bir tek Richelle efendinin bedeni dışında hiçbir şey yok. Beden ise bize birçok şeyi anlatıyor. Ne zaman gerçekleştiğini bilmiyoruz fakat zehri vücuduna sıvı halde girmiş. Tek bildiğimiz bu. Oliver ve Terry efendilerin nerede olduklarını bilmiyoruz. " dedi, Fremont.
Jason ise bana ima edercesine bakmayı sürdürdü. Geçte olsa ne anlatmaya çalıştığını anladım ve söze girdim,
- " Minnettarım, Fremont efendi. Şimdi izninle Jason ve Rich efendilerle fikir alışverişi yapmak istiyorum." dedim, dikkatlice.
Fremont, bunu söylememe şaşırmıştı. Fakat yine de birkaç saniyelik bekleyişini sonlandırarak saygıyla odadan çıktı. Şaşırdığı belliydi. Ya da ondan şüphelendiğimiz için şaşırmış olabilirdi. Jason, düşüncelerimi bölerek tam karşıma geçti ve konuşmaya başladı,
- " Greg, onlar öldürüldü. Bir tek Richelle'ın bedenine ulaşsak da gerçekler için kanıta ihtiyacımız yok. Şu an bize gereken şey şüphe. Yapacağın hamlelere çok dikkat etmelisin. Kraliçeye danışacak olman çok iyi bir hamle. Zira düzenlenen bu cinayetler yönetimi etkisiz hale getirdi. Senin gelmen halka güven verdi. Ama yine de aralarında, senin Kraliçeye karşı gelerek ve bu şekilde yönetimi ele geçireceğini düşünenler olacaktır." dedi Jason.
Aman Tanrım! Benim nasıl böyle bir şey yapacağımdan şüphelenirler. Halimi görmüyorlar mı!
Jason, birkaç saniye bekledi. Söylediklerinin etkisini hissettiğime kanaat getirince konuşmasına devam etti,
- " Böyle düşündükleri için onları suçlayamayız. Yine de dikkat etmelisin. İlk iş senin güvenliğini sağlamalıyız. Şu kapıdaki yardakçı tayfasından kurtul, zira onlara güven olmaz." dedi Jason. Kraliçenin Yardımcılarına Yardakçı demesine şaşırmıştım. Fikirlerim ve sözcüklerim etrafımdakilere nüfus ediyordu.
Köşedeki oyuklardan sıkılan Rich yanımıza yaklaştı,
- " Bu odayı dinleyen yok, Jason. Her oyuğun köşesine baktım. Herhangi bir delik veya çatlak yok." dedi Rich, kurnazca.
Bu duruma şaşırarak konuşmaya başladım,
- " Ne yani! Beni dinleyeceklerini mi düşünüyorsunuz?" dedim, hiddetlenerek. Jason hemen lafa karışarak,
- " Bağırmayı kes, Greg. Hala anlamıyor musun? Dışarıdaki Türdeşler seni bizim tanıdığımız gibi tanımıyor. Ayrıca yardakçıların oluşturduğu topluluğu fazlasıyla küçümsüyorsun." dedi Jason. Rich' de onu haklı bulurcasına antenlerini salladı.
Derin bir nefes çekerek onlara içimdeki hisleri açıklamaya çalıştım,
- " Tamam, anladım. Bakın başımdan o kadar çok şey geçti ki bir olaydan bile bahsedemedim. Gerçi artık benim hatıralarımı dinlemenin vakti değil. Ama şunu bilin, içimde çok kötü bir his var. Bu his benim yön duygum olmasa bile yuvamı bulmamı sağladı. Ve şimdi ise kötü şeylerin başlangıcına doğru sürüklüyor. Ne yapacaksak adım adım yapmamız gerekiyor. Her bir adımı düşünerek." dedim, sakince.
Rich hemen lafa atlayarak,
- " İlk adım şu kapıdaki yardakçı korumalardan kurtulmak." dedi. Ve kapıya doğru yönelip dışarıdakilere bir şeyler söylemeye başladı. Jason ise dikkatlice bana yaklaştı ve fısıldarcasına konuşmaya başladı,
- " İkince ve en önemli adım Kraliçeyi görmek, Greg." dedi Jason, itaatkar bir şekilde konuşmuştu.
Eğer bana kalsaydı Robin'in yanına gitmek isterdim zira aklım karma karışıktı. Ama şimdi kendimi düşünmenin zamanı değildi. Söylediklerine hak verdiğimi belirterek Jason'a hafifçe antenlerimi salladım. Aklımda ise yeni bir şüphenin tohumu toprakla buluşmuştu;
Acaba bu olayların içerisinde Jason ve Rich karışmış mıydı? Ama bu fikri unutmak istercesine kafamı salladım. Onlara güvenmem gerekiyordu. Artık onlardan başka kimsen kalmamıştı. Yerdeki sütun yaprağından birkaç parça daha yedikten sonra Kraliçe ile görüşmek için odamdan ayrıldım. Eğer denildiği gibi uyanmadı ise uyanma vakti gelmişti zira biraz daha düşlerde dolanmaya devam ederse yuva dağılabilirdi. Eğer uyanmazsa yuvanın dağılmasına Eltanin bile engel olamazdı. O yüzden kararlı bir şekilde odadan çıkıp Kraliçenin bulunduğu kısma doğru yürümeye başladım.
7.2
Önümde Kraliçenin bulunduğu özel bir kovuk vardı. Artık buradan dönüş yok, diye aklımdan geçirdim. Buranın içerisinde yer alan canlının alacağı kararlar artık kaderimizi belirleyecekti. Gerçi, diye geçirdim aklımdan, önceden de o belirliyordu. Kararsızlıkla geçen birkaç dakikanın ardından yavaşça ilerledim. Ne kadar Kraliçenin bulunduğu yer olsa da, oldukça izbe bir yere benziyordu.
Ben harekete geçince arkamda bir rahatlama salınımı hissettim. Jason ve Rich tereddütlü davranışlarımdan dolayı gerilmişlerdi fakat ben harekete geçince rahatlamışlardı. Gerçi gelişen olaylardan dolayı herkes diken üzerindeydi. Buraya odamdan çıktığım andan beri tüm yardakçılarının gözü benim üzerimdeydi. Birkaç sevimsiz salınımı saymazsak çoğunluk merak içerisindeydi. Hiçbiri bu görüşmeye karşı çıkmamıştı. Zira şu anda en kıdemli türdeş bendim. Bu gerçek birden aklıma düşünce yüzümde derin bir gülümseme belirmişti, bu kadar hızlı terfi edebileceğimi kim tahmin edebilirdi ki? Sonra aklıma üşüşen fikirlerden dolayı yüzümdeki gülümseme kayboldu. Zira önümde çok önemli bir görüşme vardı tabi Kraliçe uyanabilir ise, diye geçirdim aklımdan. Ve adımlarımı hızlandırarak karanlık doğru tek başıma ilerledim.
Gördüklerim karşısında adeta donmuş kalmıştım. Bu tuhaf kabuğa karşı ilk izlenimim ise antenlerimin istemsizce titremesi idi. Kabuk, aynı gökyüzünün rengindeydi. Üzerinde spiral şeklinde çizgiler bulunuyordu. Odadaki tek ışık kaynağı ise bu kabuğa vuran hafif parıltıydı. Parıltının kaynağı ise tavanda yer alan taştı. Bir taş nasıl bu kadar parlak olabilirdi ki! Adeta odanın etrafına ışık hüzmeleri yayıyordu. Fakat dikkatimi tamamen kabuğa çevirmiştim. Kovuk, bu iki nesne haricinde boştu. Dikkatlice yerdeki toprağı elledim ve tedirginlikle doğruldum. Toprak, nemli ve temizdi. Aynı yuvadaki toprak gibiydi. Üzerimde, bir başkasının gözlerini hissediyordum. Tedirginliğim bir türlü geçmemişti. Derin bir nefes alarak ileriye, kabuğa doğru yaklaştım. İyice yaklaştığıma karar verince saygıyla eğildim zira gözleri hala hissedebiliyordum. Ama bu his korkudan kaynaklı olduğu apaçıktı. Çünkü kabuğun bir gözlem deliği yoktu. Sımsıkı kapanmış ve yatay bir şekilde zemine kurulmuştu. Ne bir salınım vardı ne de bir ses. Hiçbir yaşam belirtisi hissedemiyordum. Tedirginliğim artınca sabırsızca söze başladım;
- " Sayın Kraliçem, uyanın." dedim, kelimeleri özenle seçerek. Fakat kabuktan hiçbir ses işitilmemişti. Titreme artık tüm vücuduma yayılmış ve beni mantıklı düşünmekten uzaklaştırmıştı. Sabırsızca bir daha seslendim,
-" Kraliçem, çok acil bir durum var. Uyanmanız gerekiyor." dedim, sesimi yükselterek. Dikkatli bir şekilde kabuğa yaklaşıp dokundum. İçeriden herhangi bir kıpırtı beklercesine nefesimi tutup hissetmeye çalıştım. Ama hiçbir şey olmamıştı. Artık dayanamayarak bağırdım,
- " Kraliçem uyanın!" dedim, avazım çıktığınca. Antenlerim artık bu strese dayanamayarak, kıpırtıyı kesmişti. Çaresizce kabuğa daha dikkatli inceledim. Kabuğun köşelerine ellerimi koyarak açmaya çalıştım. Ağırlığın karşısında vücudum titreyerek pes etti zira kabuğun içini dışarıdan açmak imkansız gibiydi. Çaresizce yere çöktüm ve sırtımı kabuğa vererek uzandım. Aklımda senaryolar bir biri ardına canlanmaya başlamıştı;
Kraliçenin uyanmadığını öğrenen türdeşler artık tamamen kontrolden çıkardı. Belki benim çevremde toplanabilirlerdi fakat benim can güvenliğim de tehlikedeydi. Aydınlatılmamış o kadar çok olay gerçekleşmişti ki artık düşünmek bile istemiyordum. Ellerimle kabuğun yanındaki zemine istemsizce tempo tutmaya başladım. En azından kararsızlığım biraz geçmişti, çünkü buradan çıkınca ne söyleyeceğime ansızın karar vermiştim. Kraliçenin uyandığını fakat çok halsiz olduğunu söyleyecektim. Döngüsünü erken tamamlayamayacağını ve benim seçeceğim kişilerin vekil olabileceğini söyleyecektim. Zira baş gösterecek düzensizliği önlemenin tek yolu buydu, düzeni sağlamak için yalan söyleyecektim. Bu fikir mantıklı geldiği için bir anda kendimden tiksindim. Artık tam bir aristokrat gibi düşünüyordum ama hala başım dertten çıkmıyordu. Aristokrasi de küçük entrikalar baş gösterir, demişti bir keresinde Robin. Fakat benim başıma gelenler bu dar kalıba sığmıyordu. Bu tür olayları yaşamamda ya farklı biri oluşumdan kaynaklanıyordu ya da saflığımdan, diye akıl yürüttüm. Kendimi sakinleştirmek için daha atik davranmaya,ellerimi kabuğun yanından aldığım nemli toprağa şekil vermekle uğraşmaya başladım. Artık fikirleri kafamdan uzak tutmak için dikkatimi toprağa verdim. Ellerimdeki toprağa bakarken bir şeyi keşfettim ve heyecanla doğrulmaya çalıştım. Antenlerimin dokunuşunu hissetmesem de kafamı sert bir şekilde kabuğa vurmuştum. Sızlanarak başımı ovuşturdum ve elimdeki toprağı inceledim. Bir tarafta bulunan kollarımda toprağın rengi normaldi, aynı yuvadaki gibi. Fakat diğer tarafta yer alan tek kolumda -zira birini ilk maceramda yitirmiştim- bulunan toprak farklı bir renkti. Heyecanla yeni keşfimi sevinçle kutladım. Ve hızlıca kabuğun çevresine göz attım, kabuğun zemininde bildiğimiz toprak türü vardı. Fakat kabuğun arkasında, duvardan dolayı fark edilmeyecek şekilde oluşturulmuş minik bir delik vardı. Biri sabırsız davranmış, Kraliçeyi gözlemlemenin bir yolunu bulmuştu demek. Ve deliğin bulunduğu yerin zemininde elimdeki kızılımsı topraktan minik bir tepecik oluşmuştu. Dikkatlice deliğe yaklaşarak üfledim ve heyecanla delikten içeriye göz gezdirdim. Kabuğun içi gayet aydınlıktı, kabuk dışarıdaki ışığı içeriye yansıtabiliyordu. Kabuğun yarısı bu kızılımsı toprakla doluydu ve üzerinde bir beden yatıyordu. Bir anda gördüğüm manzara karşısında kontrolümü kaybederek haykırdım. Panikle deliğin bulunduğu kabuktan uzaklaştım. Nefesimi kontrol altına almaya çalışarak salınımı mı tamamen kestim. Zira dışarıya herhangi bir şey fark ettirmek istemiyordum. Sesimi duyamasalar da salınımı mı hissedebilirler. Nefesimi kontrol altına alarak ve cesaretimi toplayarak kabuğa tekrar yaklaştım. Delikten içeriye dikkatlice tekrar baktım. Korku bir anda tüm bedenimi ele geçirmişti ve artık tamamen çaresiz hissediyordum. Zira gördüklerim korkunçtu;
Kabuğun içerisinde, kızıl renkli toprağın üzerinde bir beden yatıyordu. Önceden alımlı ve güçlü yapısını yansıtan birkaç detay hala duruyordu. Antenlerinde ki duruş hala mağrurdu. Beden, neredeyse tamamen çürümüştü. Kabuğun içerisine ölüm hakimdi ve bu hakimiyet ise umutlarımıza son veren darbeydi!
Kusmamak için kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Nitekim bu kısa sakinlik anında sorular zihnime ardı ardına sıralanmaya başladı;
Ne zamandır bu haldeydi ki! Çürümeye bakılırsa fazla uzun süre olmamıştı. Acaba başkaları tarafından fark edilmiş miydi? Zira uyku döngüsünü tamamen tamamlamamıştı. Fark edecek türdeşler yalnızca vekiller olabilirdi. Ve vekillerde gerçeği saklamanın bedelini ödemişler gibi görünüyor. Bu olayların kökeni kabukta yatan gerçeğe dayanıyordu. En azından olayların başlangıç noktasını çözdüm, diye akıl yürüttüm. Şimdi bu olaylar zincirini oluşturan ve planlayanları bulmakta yatıyor. Hızlı ve dikkatli hareket etmeliyim zira herhangi bir hatam da diğer vekillerin düştüğü tuzağa yakalanırım. En azından diğer vekiller gibi yalnız değilim, dostlarım var. Fakat her dost için bir şüphe tohumu zihnime çoktan ekilmişti. Şüpheye güvenmeliyim, diye aklımdan geçirdim. Önümde beliren kaderime yön verecek kelimeyi belirlemenin rahatlığıyla gerindim zira ;
Şüphe, zihnimdeki silik gerçekliği dağıtacak tek etkendi! Şüphe zihnimde, durgun ve bataklık halini almış bir kıyıdan, sert rüzgarların estiği ve benzersiz fırtınaların oluştuğu ve bundan dolayı kıyısı bulunmayan bir denize açılmak gibiydi. Mücadele ve zorlukların ardı arkası kesilmeyen, dinlenmeye bile vakit ayırmayan bu uçsuz bucaksız deniz, diye düşündüm;
Benim düşüncelerim özünü oluşturuyordu.Beni ben yapan, düşlerimin özünü oluşturan yegane kaynaktı!
Bu kaynağın etkisi, ne kadar dışarıdan bakıldığında silik bir karakter yapısı yansıtsa da ruhumda oluşan fırtınaların ve karanlığın özünü oluşturuyordu.
Kendime güvenerek izbe tünele yöneldim ve antenlerime çeki düzen vererek kovuktan çıktım zira hayatımdaki en önemli gayeyi keşfetmiştim. Olaylar ne kadar karmaşık olursa olsun, kendimi şimdi huzurlu hissediyordum. Nitekim bu hayata karşı kefaretimi ödemiştim; Zihnimin özünü oluşturan parçaların en kıymetlisini keşfetmiştim.
7.3
Kovuktan çıktığımda karşımda, gergin bir şekilde bekleyen Rich ve Jason vardı. Tam önlerine gelip sessizce bekledim. Rich'in aksine Jason sabırsızlanarak,
- " Eee? Konuşsana, Greg. Kraliçemiz iyi mi? Sana bir şey söyleyebildi mi?" dedi heyecanla, Jason.
Tereddütsüz bir şekilde konuşmaya dikkat ederek:
- " Kraliçe gayet iyi. Yalnızca mutsuz ve olaylardan haberdar değil. Uyku döngüsünü bozduğumuz için oldukça sinirliydi. Kısa ve net kelimeleri bile idrak etmekte zorlanıyordu o yüzden yaşanan olayları anlatamadım. Gerçi birkaç kelimeden başka bir şey söylemedim zira bitkin ve huysuzdu. Tek söyleyebildiği döngüsünü tamamladıktan sonra uyanacağı idi. O yüzden erken uyandırılmamasını tembihledi. " dedim soğukkanlılıkla.
Şaşırtıcı bir derece de her ikisi de açıklamamı mantıklı bulmuştu. Şüpheye düşmüş bir halleri yoktu. Nitekim bu belirtileri yakalamakta kendimi geliştirebilir isem iyi olacaktı zira artık benim yaşamım yaratacağım yalanlara bağlıydı. En küçük bir hata tüm yuvayı sarsabilirdi, karışıklılığa sebep olabilirdi. Rich rahatlamış bir şekilde,
- " Bu iyi bir haber. En azından yuvadaki kasvet havasını dağıtacaktır. Bu durumda tüm yetki sana ait, Greg. Tabi ki Fremont'u saymazsak." dedi, Rich.
Söylediği bu sözlerden sonra yavaşça yuvanın meydanını gören balkon kısma doğru yöneldiler. Jason, yardakçıları işaret ederek,
- " Merakla senin söyleyeceklerini bekliyorlar. Azimli ve hırslılar. Çünkü sahipleri değişti." dedi, Jason.
Söylediklerinde haklıydı. Balkonda durduğumu gören her bir yardakçı bakışlarıma saygıyla karşılıyorlardı. Yardakçıların biraz uzağında Fremont duruyordu. Bakışları keskin ve inatçıydı. Ne kadar küçümsense de deneyimli olduğu açıkça belliydi. Acaba söyleyeceğim yalanlardan şüphe duyabilir miydi? Yoksa Jason ve Rich gibi sorgulamadan kabullenebilir miydi? Sorgulamadan kabulleneceğini hiç sanmıyorum zira beni ilk gördüğünden beri bakışlarında küçümser bir hava hissedebiliyordum. Nitekim bu küçümseyici davranışlarında hakkı vardı. Kendisi gibi birçok mevsimde hayatta kalmış ve yuvanın yapısına nüfuz etmiş türdeşler varken yuvadaki tek yetki bana kalmıştı. Bakışlarımı Fremont'un olduğu köşeden çekip, meydanın en karanlık ve izbe köşesine çevirdim;
Dar ve derine inen bir tünele. İçerisinde yalnızca bir türdeşin bulunduğu daracık kovuğa. Acaba olaylardan haberi var mıydı? Fikir yürütebilen ve geliştiren bir zihin kendini izbeye çekebilirdi ama toplumdan tamamen bağını koparamazdı. Zira sevmese de o toplum, bugünkü halinin sebebiydi. Bu düşünceler eşliğinde Robin'in her şeyden haberdar olduğuna emindim. Ve beni çevreleyen bu yalancı düşlerde acaba onun rolü neydi? Jason ve Rich'i ne kadar sevsem de tam anlamıyla güvenemiyordum. Fremont ve çevresindeki sapkın yardakçılar ise en son güveneceğim kişilerdi. Peki ya Robin? Acaba o bu karmaşık işlerde bir rol üstleniyor muydu? Düşüncelerden boğulurcasına, yerimde titredim. Antenlerimi kararlılıkla salladım zira birine güvenmeye ihtiyacım yoktu. Yalnızca şüpheye ihtiyacım vardı. Şüphe, beni gerçeğe götürebilirdi. Hiçbir açıklama yapmadan yanlarından ayrıldım. Arkamdan Rich seslenecek olduysa da Jason ona engel oldu. Şimdilik beni rahat bırakacak gibi gözüküyorlardı. Zaten gittiğim yere benden başkasının gitmeye pek niyeti yoktu. Işık meydanına indiğimde çevremdeki hiçbir türdeş bana yaklaşmadı. Bakışlarındaki saygınlık ve hayranlığın beni etkilemesine izin vermeden, köşeye doğru hızlıca yöneldim. Bu unutulmuş ve karanlığa teslim olmuş tünelin girişine yöneldim ve sessizce aşağıya doğru inmeye başladım. Yavaş ve sessiz adımlarıma bir an şaşırarak gülümsedim zira hiçbir önemi yoktu. Daha tünelin girişinde kendime has salınım Robin'e ulaşmış olmalıydı. Rahatlayarak ve hızlı bir şekilde inmeye devam ettim. Zihnimde, güvenin yalancı ısrarlarına kulak arkası etmiş, yalnızca şüpheyi ön plana çıkarmıştım. Gittiğim yerde güven duygusuna ihtiyacım olmadığını hatırlattım kendime. Tek istediğim şey konuşmaktı. Zira bu konuşma, ilerleyen zamanlarda uygulayacağım planların temelini oluşturacaktı. Tünellerden inmeye devam ettikçe yüzümdeki gülümseme genişledi;
Duvarlara işlenmiş birçok canlı motifini ve çizimlerini görmek ve hissetmek güzeldi. Tekrardan gerçek dışı bir ortama dalmıştım. Bu gerçek dışılığı seviyordum. Var olmayanla iç içe olmak... Benim için önemliydi zira düşlerimin temelini oluşturuyordu.
Kanatlarım tünelin tavanına sürtünmesine aldırış etmeden sola doğru dönüp tünelin sonuna doğru yöneldim. Robin'in ana salonu diye nitelendirebileceğim bu alana girdiğim de ise Robin tam karşımda duruyordu. Belli ki salınım hissetmekte kendini oldukça geliştirmişti. Tam karşısına geçip sessizce bekledim zira salonun çevresindeki çizim ve sütun yapraklarını daha önce incelemiştim. Şimdi tüm dikkatim karşımda duran türdeş de idi; Dışarıdan ne kadar etkisiz gözükse de içinde kopan fırtınalar gözlerinde görülebiliyordu. Dış görüntü yalnızca bir yanılsama, diye düşündüm. Bir türdeşi yalnızca fikirlerinden ötürü değerlendirebilirim zira bu hayatta tek kayda değer şey fikirlerimizdir. Yanılsamaların çevremi sardığı bu günlerde gözlemlerimi geliştirmeye çalışıyordum. Bunu geliştirme işini ilk önce dostlarımın üzerinde denemeye başlamıştım. Robin'in tam karşımda, güvenebileceğim bir türdeş gibi görünmesi bana acı vermekten başka bir şey yapmıyordu.
Sessizce geçen bir sürenin ardından, dikkatini bir sütun yaprağına yönelten Robin konuşmaya başladı;
- " Büyük bir karmaşa!" dedi Robin, alaycılıkla. Yüzündeki gülümsemeyi aldırmadan konuşmaya devam etti.
" Bir tarafta; Kendi düşünce ve fikirlerini söylemekten aciz ve itaatkar yardakçı ve türdeş topluluğu, diğer tarafta ise seçim yapmakta cesur fakat iş planlamaya ve hayal etmeye gelince beceriksiz bir yığına dönüşen topluluk." dedi Robin, kırılgan antenlerini sallayarak. Tiksindiğini bu hareketiyle söylemese de belli ediyordu. Bu sözlerini sessizce düşündüm ve idrak ettiğimi gösterircesine dikkatimi duvarlardaki motiflere çevirdim. Zira sohbet tek taraflı devam ediyordu, Robin konuşmaya tekrardan başlamıştı.
- " Taraflar birbirinden etkisiz ve düzenden uzak. Kraliçenin uyanmaya tenezzül etmemesi türdeşleri ilk defa sorgulamaya itmişe benziyor. Tabi son olaylardan ötürü de yuvada büyük ihtimal panik havası esiyordur. Nitekim onların o aciz ve korkak salınımlarını buradan bile hissedebiliyorum. Yine de şu an yuvada, önceki günlere göre daha sakin bir hava esiyor. Yuvada, özünde sönmüş birkaç yıldızın kayması büyük bir etki yaratmıştı fakat bir yenisinin parlaması çok kısa bir süre de gerçekleşti." dedi Robin, elindeki sütun yaprağını ters yüz yaparak. Dikkatini ne kadar elindeki parçaya gösteriyormuş gibi görünse de, tecrübelerimden ötürü gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Söyledikleri karşısında şaşırmamıştım, bilakis heyecanlanmıştım. Robin'in fikirlerine ve düşünce yapısına hayranlık duyuyordum. Kelimelerimi özenle seçerek konuşmaya başladım.
- " Bahsettiğin ilk topluluğu kavradım. Fakat 'cesur seçimler yapan' diye bahsettiklerin sönük yıldızlar olarak betimlediğin vekiller mi? " dedim, sakince.
Robin elindeki sütun yaprağını dikkatle bana uzattı ve soruma cevap verdi.
- " Evet. Şimdiye kadar fark etmişsindir diye düşünmüştüm. Zira geri dönmen, olanaksızdı. Sen ve Will gibi etkili bir türdeşi ortadan kaldırmak iyi bir fikirdi. Hele ki bu iki etkili isim bir diğer etkili isimi ortadan kaldırdığında." dedi Robin, gülümseyerek. Ve konuşmasına devam etti,
- " Bu planla hem senden hem de Will'den kurtulacaklardı. Hatta plan kurmaktan aciz bu topluluğa planı bizzat sen ve Will sağladınız. Trüf mantarları için gideceğinizi ilk duyduğumda şüphelenmiştim. Nitekim seni uyaracaktım fakat kararın gecesinden yola çıkmıştınız. Bu kararı Kraliçeye sormadıklarından adım gibi emindim." dedi Robin, kararlılıkla. Ve bunu der demez içimde bir kıvılcım çaktı. Acaba biliyor muydu?
Robin konuşmasına öfkeyle devam etti.
- " Terry ve Oliver'ın sizden kurtulacağını biliyordum. O yaşlı türdeşler, sizin yüzünüzden günden güne türdeşlerin gözünden düşüyordu. Biriniz yuvanın içinde yaşayan bir efsane, bir diğeriniz ise dış dünyaya açılan kapı. Yalnızca bununla yetinmeyip fikir de beyan etmeye başladığınızda kararlarını vermiş olmalılar. Zira vekilliğe kadar yükselmen onlar için tehditti. Will ve senden kurtulup, yuvanın içini kendi tabirleriyle güvene alacaklardı. Hem de size dışarıdaki bir düşmanı yok ettirerek. Jhon, onlar için bir tehdit. Yaptıkları plan neredeyse kusursuzdu. Tek bir şey dışında; o da bir yenilikti. Nitekim Trüf mantarı yetiştirip onu dışarıdaki yuvalara pazarlamak saçmalığın daniskasıydı. Yuva, tam 15 mevsimdir kendi kendine yetebiliyordu. Yuvanın çevresinde tehdit oluşturabilecek canlı bile yok." dedi Robin, hiddetle sözlerine devam etti,
-" Siz o gece gittikten sonra epey bir düşündüm. Zira bu kararın onaylanmasında iki ihtimal vardı:
Ya bu karar Kraliçeye farklı bir biçimde sunularak kabul ettirilmişti ya da Kraliçeye hiç sorulmamıştı. Tabi Kraliçeye sorulmama ihtimali çok düşüktü zira uyandığında çevresine dehşet saçardı. Ne kadar düşük ihtimal gibi görünse de Kraliçeyi öldürdüklerini bile düşünmüştüm. Ama senin Kraliçe ile görüştüğü öğrendiğim şu vakitlerde bu ihtimalin saçmalığı gözler önüne serilmişti. Ne kadar seçim yapacak kadar cesur olsalar da öldürmekten acizlerdi. Nitekim, bir şekilde hepsi öldürüldü." dedi Robin.
Söylediklerinde çok haklıydı. Fakat bu vekilleri kim öldürmüştü? Kraliçe, en azından kendi gözlemlerime göre öldürülmemişti. Ölümü fazlasıyla doğal gözüküyordu. Yine de bu ihtimali de aklımda tutmalıydım. Robin'in söylediklerinden sıyrılarak, bana az önce verdiği sütun yaprağını dikkatle inceledim. Üzerindeki harfler gayet belirgindi fakat tercüme edemiyordum. Robin, henüz ben elimdekinin ne olduğunu sormadan söze girdi,
- " O elindeki bir sır. Seçimini yaptığın zaman onun üzerinde neyin yazdığını sana açıklayacağım. Aslında dikkatli bakarsan harfleri bir yerden tanıyabilirsin." dedi Robin, gülümseyerek.
Sütun yaprağının üzerinde yer alan harflere dikkatlice bakınca benzerliği fark ettim. Heyecanla,
- " Lahit! Yoksa onu tercüme edebildin mi?" dedim, sabırsızca.
-" Evet, sonunda onu tamamen çözdüm. İçeriğinde birçok sır barındırdığı kesin ama beni biraz hayal kırıklığına uğrattığını söylemeliyim. Nitekim daha kesin anlamlı bir metin beklerdim. Dediğim gibi seçim yaptığın zaman seninle de paylaşacağım." dedi Robin.
- " Henüz çevremdeki toplulukları belirleyemeden nasıl seçim yapmamı beklersin!" dedim, hiddetle. Ve sözlerime bağırarak devam ettim,
-" Daha vekilleri öldürenler hakkında bir ipucu bile bulamadım! Sürekli ölümün yakınından geçmekten bıktım. Clark ve Will. Ve şimdi daha da fazlası. Artık birilerinin ölmesinden bıktım usandım. Hele ki bu tür ölümlerde rol almanın yüreğimde yarattığı ağırlıktan yoruldum. Zira yalnızca ruhen değil, bedenen de bu entrikaları kaldıracak halim kalmadı. İlk başlarda heyecan ve merakla başlayan bu kısa serüvenimin sonuna hüzün ve öfkeyle geldim. Her bir ölümden kendime pay çıkardım. Nitekim gerçekliği bile karıştırır oldum." dedim, bitkinlikle.
Robin, bu son söylediğim sözcüklerden çok etkilenmişti. Fazla bekleyemeden konuşmaya başladı.
- " Ölümlerin yaratıcısından çok sonuçlarıyla ilgilenmelisin. Zira Kraliçe hala yaşıyor. Uyandığında ki bu senin bugün ki ziyaretinden anladığımız ve yorumladığımız bu, ortama sükunet havası hakim olacaktır. Yuvada yaşayan çoğu türdeşin gözünde Tek bir yaşam, birkaç kayıp sönen parçalardan değerli. O yüzden bir an önce seçim yapmalı ve harekete geçmelisin. Hala türdeşler Kraliçeye karşı olup olmadığını bilmiyorlar. Onlara hiçbir açıklama yapmadın. Nitekim Fremont senin uşaklığını yapmaktan yakın zaman da sıkılacaktır." dedi Robin. Sonra aslında sormak istediği soruyu dikkatlice sordu,
-" 'Nitekim gerçekliği bile karıştırır oldum' derken neyi kastediyordun, Greg?" dedi Robin, saklamaya özen göstermediği bir merakla.
- " Şey ben iki mevsim önce düşler görmeye başladım. Düş demek şu an için doğru zira bu gördüklerim hayal değil. İlk başlarda hayal zannettiğim bu görüntüler artık zihnimde belirginleşmeye ve algımı değiştirmeye başladı. Her bir karanlık gecenin veya sarsıcı bir olayın ardından uykuya daldığımda, çevremi sarıp sarmalıyor. Aydınlığın fazlasıyla erişemediği, gerçekliğin soyutlandığı bu düşlerde ilk başta ziyaretçi gibi dolanıp durdum. Fakat ilerleyen vakitlerde bu düşler, aydınlığın azalmasıyla çevremi daha sıkı sarmalamaya başladı. İlk başlarda birkaç dakika gibi geçip giden bu düşler şimdi tan yeri ağarana kadar sürüyor. Ve ilk başlardaki bıraktığı minik izler yerine artık zihnime büyük yaralar açmaya başladı. Fikir ve düşünceler zihnimi meşgul etmekle kalmıyor, " dedim, sakince ve devam ettim konuşmaya,
" şekillendiriyor. Bu düşler etkisindeyken, henüz bilmediğim ve anlamlandıramadığım bu politik toplulukların arasından birini seçemem. Nitekim seçim yapmaya kalkışsam dahi bir gerçek hiçbir zaman değişmeyecek ; her bir topluluğun özünde yozlaşma bulunuyor. Ve topluluktaki her bir canlı, istemeden de olsa yozlaşmanın polenlerini her bir tarafa saçıyor. " dedim, sakince.
Bu bilgece sohbetin ardından uzun bir sessizlik yaşandı. Robin, yüzündeki gururu saklamadan yansıtıyordu. Zira Greg, dünün çaylağı bugünün ise yuvadaki tek vekili idi. Kraliçe sayılmazsa tüm kararlar ona aitti. Robin'in gözünde büyüdüğümü ve geliştiğimi görmem beni açıkça mutlu etmişti. Değişimler ne kadar keyif verici hissettirmese de ilerlediğimi bilmek beni rahatlatıyordu. Bu sohbetin ardından Robin'in yanından ayrıldım ve tünellerden çıkarken yanımda yalnızca suçluluk duygusu taşıyordum. Nitekim bildiğim bir gerçeği hatta bir başkasınında bildiği o mühim gerçeği, Kraliçenin öldüğünü ondan saklamıştım. Şimdi önümde birçok seçenek vardı, fakat o seçeneklerden önce yarattığım bu yalanı çökertecek olan gerçeğe kimin ulaştığını bulmalıydım. Kraliçenin içinde yattığı o kabuğu kim delmiş olabilirdi? İki ihtimal vardı:
Ya şu an hayata gözlerini yummuş olan vekiller biliyordu bu gerçeği ya da şu an yuvanın içerisinde dikkat çekmeden doğru bir anı bekleyen bir türdeş olabilirdi bu. Fakat ilk ihtimal akla daha yatkındı zira bu gerçeği saklamak çok riskliydi. Bu riske bir tek benim gibi, yanlış kararlar almaktan ders çıkarmayan biri alabilirdi. Tünelin ucuna doğru, yuvanın meydanının köşesinde yer alan kısıma doğru yönelirken gayet sakindim. Robin ile yapmış olduğum bu sohbet beni rahatlatmıştı. Ve meraklandırmıştı da. Önceden bu tünele ilk inme sebebimi doğuran şüphe tohumunu gömen Robin'in şimdi bu tohumun filizlenmesine şahit olup üzerine onu sulayıp beslemesi idi. Eğer yalan söylemiyorsa mühim bir sırrı çözmüştü. Lahit'in üzerinde ne yazdığını çok merak ediyordum. Bu merakımı önceden fark eden Robin, hiç vakit kaybetmeden önüme yemi atmıştı. Seçim yapmamın sonunda öğreneceğim bir gizem vardı fakat seçimin sonucunda yarattığım bir gizemi veya yalanı açığa çıkaracaktım. Ve açığa çıkan bu yalandan dolayı bu yuvada yaşayamazdım. Lahit'e olan merakımı dizginlemenin mantıklı olacağını düşünerek ve seçim yapma sürecini uzatmaya karar vermemin ardından zihnime bir sükunet havası hakim oldu. Bu his eşliğinde izbe tünelden çıkarak, özünü gizemlerin ve yalanların oluşturduğu kutsal yuvamın meydanına çıkmış oldum. Dikkatleri üzerime çekmeme aldırmadan odama doğru, önemli kişilerin bulunduğunu göstermek adına balkonlu kısıma inşa edilmiş olan kata yöneldim. Önemli görünmeleri için yüksekte yer alan bu türdeşler kendilerini böyle avutuyorlardı. Önemli ve akıllı bir zihnin bunu göstermek için çabalamasına gerek yok, diye düşündüm. Zira bu canlının, kendisini yüksek bir yere çıkarak ya da çevresine bir topluluğu katarak kanıtlaması acınası bir hareketti. Nitekim bunu, izbe ve ışığın temas etmediği bir çukurda yaşasan, konuşmaya başladığın anda kendini belli eden birinden öğrenmiştim. Önemli olmak için fikirlere sahip olmamız gerektiğini çok öncelerden kavramıştım. Bu balkon kısıma her yöneldiğimde gülüyordum zira zihnimde bu gerçeğin uyandırdığı his etkileyiciydi.
Balkon kısmındaki yardakçıların bakışlarını da aldırmadan odama yöneldim. Rich ve Jason, onları bıraktığım kısımda, balkonun köşesinde hala duruyorlardı. Demek ki onlarında düşünecek ve çözüm üretecek bir sorunları vardı. Acaba onlar hangi toplulukta yer alıyor? Ya da bana güveniyorlar mı? Zihnim, kısa bir sükunet havası sonrasında tekrardan alevlenmişti. Odama girdiğimde ise Robin'in verdiği, Lahit'in temsilini yani sütun yaprağını bir köşeye kaldırdım. Ve düşüncelerimin hareketlerimi kısıtlamasını önlemek amacıyla, bana keyif veren bir şey yapmaya karar verdim;
Besin tüketmeye! Nitekim birkaç gün boyunca odamdan pek çıkmayacaktım. Ta ki Fremont gelip bir takım izlerden bahsedene kadar.
7.4
Gün ışığı sırtımı sıvazlarken keyfim yerindeydi. Antenlerim serin havanın tadını çıkarıyordu. Rüzgarın getirdiği mesajlar açıktı; Tanrının ruhu tekrardan çevrede hayat bulacaktı. Çıplak kalmış kaideler yaprak açacak, yan yatmış ve sönmüş sütunlar canlanacaktı, tekrardan. Bu döngüye ilk defa tanık oluyordum. Oysa önceden tanık olanlar olaylardan pek etkilenmiyor gibi gözüküyordu. Zira artık onlar için mucize değildi, bir alışkanlıktı. Olması gereken olayların gerçekleşmesiydi. Acaba ilerleyen zamanlarda benim bakış açımda bu kadar sığ mı olacaktı?
Bakışlarımı kaide ve sütun ordusuna diktim. Hemen hepsi döngünün getirdiği disiplin ile hareket ediyor, canlanan yapraklarını güneşe doğru çeviriyorlardı. Güneş, kapalı bulutların arasından gururla parlıyor, çevresini kuşatan yağmur bulutlarına karşın parlaklığını yitirmiyordu. Burada döngünün merkezinde sürekli bir mücadele söz konusuydu. Daha demin aklıma gelen sorunun cevabı zihnime doluştu; Hayır!
Bu mücadele, ne kadar döngüsel bir hareket gibi görünse de mucizevi bir etki sunuyordu. Her şey bir mücadele içerisindeydi. Tek gaye hayatta kalmak ve göğe yükselmekti. Dikkatimi, doğanın hareketliliğinden, yanımdaki türdeşlerime verdim. Nitekim yuvanın dışına çıkmamızın bir nedeni vardı. Yuvadan çıkış benim için ne kadar zahmetli olsa da söylenenler ilgimi çekmişti. Yuvanın dışına süzülmeden önce, belime sarılan liflerin getirdiği anıları hemen uzaklaştırdım. Çevremdekiler bu dramatik sahneden pek bir şey anlamamışlardı. Neyse ki dışarıya süzüldüğümüzde karşımıza sunulan manzara harikaydı. Bahsedilen kalıntılar ve izler ise yakındaydı. Yuvadan çıkma amacımıza ulaşmış ve izlerin başında hep beraber durmuş dikiliyorduk. Yanımda Jason ve Fremont vardı. Çevremizi kuşatan diğer türdeşler yeni arama ekibinin üyeleriydi. Neredeyse hepsi, sanki yakında bir savaş çıkacakmış gibi hazırlıklıydılar. Böyle bir güvenliğe ihtiyaç var mıydı? Fremont ısrar etmeseydi hiçbirini getirmek istemezdim. Zira yuvanın hemen yakınında bu zamana kadar herhangi bir olay yaşanmamıştı. Dikkatimi doğanın mücadelesinden yerdeki izlere verdim.
Hafif nemlenmiş toprağa -tan vaktinde hafif bir yağmur atıştırmıştı- birkaç düzine ayak izi çıkmıştı. Jason merakına yenik düşmüş ve her izin, yani ayak izi aralıklarını hesaplamıştı. Ve bunun akabinde ise bu izi çıkartan canlının bir düzine ayağa sahip olması gerektiğine kanaat getirmişti. Nitekim ilerleyen vakitlerde haklılığı ortaya çıkmıştı. İzlerin biraz ilerisinde, izi bırakan canlının çürümeye yakın hali duruyordu. Ama fazla yaklaşamamış idik, cesedin başına çoktan üşüşmüşlerdi. Biz ise bir sütunun tepesinden olayları takip ediyorduk. Yanımda duran Fremont'a seslenerek :
- " Sence bu kadar hızlı bir canlıyı ne öldürmüş olabilir?" dedim, merakla.
- " Bilemiyorum, efendim. Uzun Bacaklı Karartılar'ın işi gibi görünmüyor." dedi Fremont.
Jason ise sabırsızca söze girdi,
- " Peki ya Kadim Öğütücüler? Onlar yapmış olamaz mı Fremont? Baksana cesetten nasıl da pay alıp tünellerine çekiliyorlar!" dedi Jason, tiksinerek. Fremont ise manzarayı hiçbir duygu belirtmeksizin izliyordu. Her zaman ki sakinliği ile konuşmaya başladı,
- " Zannetmiyorum Jason. Kadim Öğütücüler, kayıtlarımıza göre hepçildir. Yani dediğinizi doğrulayabilir ama kanıtlayamaz. Bu tarz bacaklara sahip bir rakibe asla saldıramazlar. Nitekim onlara Öğütücü dememizin sebebi budur. Onlar pek saldırgan değillerdir. Besinlerini taze tercih etmezler. Onlar avlanmaz ve ne bulurlarsa tüketirler. Yapraklardan tut da taşlara kadar her şeyi tüketebilirler. Ayrıca çürümüş besin tüketmekte tiksinilecek bir durum görmüyorum. Sorunuzun özüne gelirsek, çürümüş bir şekilde yatan Çıyanın katili onlar değil." dedi Fremont.
Jason söylenenleri mantıklı bulduğundan sessizliğe büründü. Fremont ise ne kadar sakin ve usturuplu görünse de, daha derinlerde korku içindeydi. Merakıma yenik düşerek,
- " Söylesene Fremont. Bizi buraya getirmenin amacı neydi? Nasıl bir tehlike yuvamıza bu kadar yakınlaşmış olabilir?" dedim, dikkatlice.
Fremont ise dikkatini çürümüş çıyan bedeninin çevresinde gerçekleşen olaylardan dağıtmayarak konuştu.
- " Korkumun nedeni bilinmezlik. Bu çıyanı bu hale getiren canlının yakınlarda oluşu ve bizim bu canlı türü hakkında hiçbir şey bilmeyişimiz. Daha önce çıyan cesedine elbette rastlanılmıştır. Fakat yine de yuvanın bu kadar yakınında ve -çıyanın bedenini kastederek- bu şekilde hiç görülmemiştir. Çıyanın neredeyse bedeninin yarısı yok. Ve öldürüldüğü zaman Tan vaktine denk gelmiş olmalı. Nitekim o vakitlerde dolaşırlar. Yağmurun yağması ile toprakların nemi artmış ve canlıları dışarı çıkarmış olmalı. Fakat avcı hakkında hiçbir bilgimiz yok. Ayrıca izine de rastlayamadık. Kanatlara sahip olmalı. Nitekim hiçbir iz bırakmamış. Bırakmışsa da cesedin dibinde mücadele ederken bırakmış olmalı. Ama şu an ki curcuna da herhangi bir iz belirleyemeyiz. Dişleri sivri olmalı ki birkaç güçlü ısırıkla çıyanın bedenini paramparça etmiş. Şimdilik bilgimiz bu kadar. Yine de size haber vermek istedik, Efendim." dedi Fremont, saygıyla.
Söyledikleri gayet mantıklıydı. Deneyimine güvenerek hareket ediyordu. Korkması ise beni şaşırtmıştı. Tekrardan dikkatimi cesede çevirdim. Gerçekten de çıyanı o hale getiren canlıdan korkulması gerektiğini şimdi idrak edebilmiştim. Yakın zaman da gerçekleşen ve yuvayı karıştıran olaylardan sonra dikkatimi dağıtacak bir olayın gerçekleşmesi beni rahatlatmıştı. O bu gerçekleşen olayın Fremont gibi bir deneyimli türdeşin yüreğinde korku yaratacağını düşünmemiştim. Yine de üzerimize yapışan kasvetli havayı dağıtmak istercesine konuştum.
- " Evet, dediklerini anladım. Fakat tesadüf olamaz mı? Yuvanın yakınında gerçekleşmesi gerçekten korkunç fakat yine de gerçekleşen olay tamamen tesadüf olamaz mı? " dedim, kendimden emin olarak.
Bunun akabinde ise Fremont yanına bir türdeşi çağırmış ve türdeşin getirdiği parçayı bize göstermişti.
- " Bu parça bizim yuvamızın girişine çok yakın bir yerde bulundu. Ve bu besin parçasından bir yol çizilmiş. Yani kısaca, çıyanı fark etmemiş olsaydı o avcı bizim yuvamızın girişinin yakınına gelecekti. Bakın yakınına diyorum çünkü bu yemleri kim serpmiş ise avcının izi takip edip etmeyeceğini test ediyormuş. Yani istediği taktirde yuvamızın içerisine avcıyı yönlendirip yönlendiremeyeceğini test etmiş. Belli ki testin sonucunu da almış olmalı." dedi Fremont, sakin duruşunun aksine kaygılanmıştı.
Jason korkuyla konuşmaya başladı.
-" Yani diyorsun ki birileri bu avcıyı bizim üzerimize salmayı planlıyor!" dedi, titreyerek.
- " Evet, belli ki bir zamanı bekliyor. Belirlediği vakitte, yemi stratejik bir şekilde dizerek avcıyı yuvamıza yönlendirebilir. Tabi sürpriz bir şeyler gerçekleşmezse." dedi Fremont, çıyanı işaret ederek.
Sözcüklerimi dikkatle seçerek konuşmaya dahil oldum.
- " Yuvamıza düzenlenen bu cani planların ardı arkası kesilmiyor. Bu avcıya özel bir önlem olarak yuvanın dışarısındaki gözcülerimizi arttıralım. Hem havanın sıcaklığı artıyor ve besin çeşitliliği önemli bir seviye de artacak. O yüzden avcı ekiplerinden birkaç türdeşi gözcü yapabiliriz." dedim. Fremont ise,
- " Peki ya yakın zamanda hayata gözlerini açacak türdeşler? " dedi Fremont.
- " Ah pupalar! Onları tamamen aklımdan gitmişti." dedim, hayıflanarak.
- " Gözcü ekibini arttıramayız, efendim. Besinlere, hatta gereğinden fazla besine ihtiyacımız olacak." dedi Fremont.
Jason ise hiç beklenmedik bir şekilde konuştu,
- " Peki ya avcıyı gözleyecek bir Avcı olsaydı?" dedi Jason, cesurca.
Sözü nereye getirdiğini anlasam da sordum.
- " Ne demek istiyorsun?" dedim. Jason ise,
- " İzin ver, onun izini takip edeyim. Eğer hiçbir şey bulamazsam da yuvanın çevresinde düzenli nöbetler ve turlar atarım. Elbet onun yani Avcının veya o avcıyı buraya yönlendirenlere dair bir iz bulurum." dedi Jason, kararlılıkla.
Ne kadar Jason gibi bir türdeşi yanımdan uzaklaşmasına göz yummak istemesem de, yuvanın şu karışık zamanlarında yalnız kalsam daha iyiydi. Nitekim güvenebilecek bir dost istemiyordum. Kime güvenmeye başlasam o canlı zarar görüyordu. Tek güveneceğim şey şüpheydi. O yüzden Jason'a yönelerek,
- " Peki. Bu cesur ve fedakarca hareketin için sana her zaman minnettar kalacağım. Her zaman yuvana şereflice hizmet ettin, her zaman!" dedim, antenlerimi dimdik tutarak.
Jason ise gururundan, üzerinde durduğu ve her rüzgarın dokunuşunda sallanan sütunu, titretircesine sallandı. Antenleri ise dimdik ve gururluydu. Önümde hafifçe eğilerek selam verip uçtu, avcının peşine takılmak için gitti. Dikkatimi bir anda, Jason'ın önümüzden uçuşunu seyreden Fremont'a çevirdim. Fremont, duygularını pek belli etmeyen biriydi. Fakat şimdi Fremont'ın yüzünde okunan ifade çok açıktı;
Rahatlamıştı! Jason'ın yanımdan ayrılışından dolayı. Ayrıca Rich'i de Kraliçenin odasına yönelen tünelin girişine yerleştirmiştim zira birkaç kişinin bildiği gerçeği herkes öğrenmemeli. Artık sözde Efendinin, yani benim yanımda dostum kalmamıştı.
Şimdi ise hareketlenmeye başlamıştık, yuvaya dönüş için tekrardan hazırlanıyorduk. Fremont'ın kurnaz aklından nelerin geçtiği bilmesem de bu yaşananlardan memnun bir hava içerisindeydi. Nitekim önünde bana fikirlerini ulaştırmakta engel kalmamıştı. Ama asıl engeli görmüyordu;
Benim zihnimde dostlarımın fikirleri filiz vermiyordu artık. Zira zihnim çoraklaşmış ve karanlığa gömülmüştü. Şimdi zihnime hakim olan tek şey şüpheydi. Ne bir tohumu filizlendiriyor ne de toprağa temas etmesini sağlıyordu. Gelen filiz anında çürüyordu. Nitekim şüphenin soğuk ve ürpertici rüzgarına hiçbir tohum filiz veremiyordu.
30.12.2020
Çarşamba
Yorumlar
Yorum Gönder