Altıncı Kısım
GARBAGE FACTORY
Karanlığın sardığı bu düşlerde çehreler belirmeye başladı. Oluşan bu çehrelerin ortak özelliği benim yüzümü yansıtmasıydı. Aydınlığın esiri haline gelen ve bulanıklaşan bu çehreler karanlığın hakimiyetiyle netleşmeye başladı. Çevremi saran bu çehrelerin etkisi altında ne kadar karamsar bir ömür geçirdiğimi fark ettim. Karanlıkta beliren tüm bu çehrelerdeki ifadeler, hemen hepsi sahte bir duygu izlenimiyle sarmalanmıştı. Umutsuzluğun verdiği bir panikle çehreleri yırtmaya ve parçalamaya başladım. Bunca gayretin sonucunda çehrelerden geriye minik parçalardan oluşan bir tepecik kalmıştı. Benden geriye, değersiz bir yığın kalmıştı sadece.
Gözlerimi açtığımda sallanıyordum. Lifin belimde halen kalması inanılmazdı. Antenimi çeviremeyecek derece de kendimi yorgun hissediyordum. Yerde ise birkaç kurumuş kan damlası vardı. Gün ışığı adeta gölgemle beraber hareketlenmiş ve renk tonunu kızıla çevirmişti. Gün batıyordu. Yukarıya doğru bakmaya yöneldiğimde ise adeta beynim emirlerime karşı çıkıyordu. Acı ile kasılma bir anda vücudumu sarıyordu. Derin bir nefes alarak odaklanmaya çalıştım. Belki de çevrede başka bir salgı hissedebilirim diye fakat hiçbir şey hissetmedim. Bu yabancı topraklarda bir başıma sallanıyordum. Acaba yalnız mıydım?
Sütunun üzerinde, ipin diğer ucundaki hala bir yaşam var mıydı? Hiçbir salgı veya hareket hissedemiyordum. Will' in yaşadığından ümidimi derhal kesmiştim zira yerdeki manzara birkaç şeyi açıklamaya yetiyordu. Yoğun bir üzüntü ve korku üzerime çökmeden bu duyguları bastırmaya çalıştım. Zira fazla zamanım yoktu. Will'in vücudundan akan kan damlaları adeta toprağın içine işlemiş, birkaç tohuma yaşam vermiş gibi görünüyordu. Belimdeki lifi yokladım fakat dişlerimi lifin yakınına getirmek imkansızdı. Lif vücudumun birkaç yerine dolanmış, hareket alanımı daraltmıştı.
Çevremdeki tüm kaide ve sütunlar kızıla boyandı. Artık zamanımın daralmakta olduğunu panikle hissetmeye başladım. Belki yuvamdan yardım gelebilirdi veya Jhon'ın yardımıma gelme ihtimali ne kadar zihnimi ve aciz bedenimi rahatlatsa da pek olası gözükmüyordu. Bunu kavrayabilecek kadar olgunlaşmıştım artık. Soluğumun sıklığı vücudumu geriyor, zihnim paniğin yarattığı curcuna da düşünemiyordu.
Güçlü bir rüzgar tüm sütunları ve kaidenin yapraklarını yaladı. Lifte bu rüzgardan nasibini almış beni bir ileri bir geri sallamıştı. O an tüm gücümle kanatlarımı hissetmeye çalıştım. Evet, hissedebiliyordum fakat oldukça cılız bir kuvvetti. Orada olduklarını hissediyor ama hareket ettirmekte oldukça güçlük çekiyordum. Gün batıyor ve zaman daralıyor. Tüm dikkatimi ve gücümü kanatlarıma odakladım. Kanatlarımın açılmasıyla yüreğimde bir heyecan dalgası hissettim. Hava, gecenin yaklaşmasıyla soğumuştu. Tanrı, adeta havayı kırbaçlıyor ve takibinde ise güçlü rüzgarlar sütunları ve kaideleri harekete geçiriyordu. Kanatlarımı rüzgarın estiği yöne göre açıp bekledim. İlk birkaç rüzgarda yalnızca birkaç santim yerimden oynamış ve hafifçe sütunu sallamıştı. Sonraki esen rüzgarlar ise çok kuvvetliydi, kanatlarımı adeta koparırcasına asıldı. Ani acı ile beraber çevremi salınım bombardımanına tutmuştum. Acıya rağmen vazgeçmeyip kanatlarımı sonuna dek açıp rüzgarın gücünü hissettim. Lif gerildikçe gerildi fakat kopacak gibi de görünmüyordu. Peşi sıra esen rüzgarlarla beraber sütunun üzerindeki beden hareket etmeye başladı. Bu hareketlenme canlı bir vücuda ait değildi aksine ölü bir bedenin hantal yansımalarıydı. Birkaç hareketlenmeden sonra kaskatı olan beden yere sertçe düştü ve onun düşüşüyle beraber bedenimde aşağıya, mesafe ne kadar az olursa olsun yumuşak denmeyecek şekilde düşmüştüm. Kurumuş kan damlalarının birbiri ardına dizildiği toprakta debelenmeye başladım. Lifin birkaç yerini kemirmeye ve koparmaya başladım. En son ki Lif parçacığını ayağımdan uzaklaştırdıktan sonra yavaşça Lifin diğer ucundaki, Will'i görmeye yöneldim. Artık Will'den, lifi sardığı minik vücut parçasından başka hiçbir şey kalmamıştı. Ne bir uzuv ne de bir anten. O küçük vücut parçasında ise hala saplı kalmış bir başka uzuv'un parçası duruyordu. Onu bu sona götüren parça. Bir anda zihnim Will'in alaycı sırıtışları ve nutuk attığı sahnelerle doldu. Tüm o gülüşler ve güzel kelimeler yok oluşu önleyememişti. Yerde duran, tek parça hale gelmiş parçaya fazla bakmadan dönüp gökyüzüne baktım;
Gün batmıştı artık.
Artık çevreye alaca karanlık hakim olacaktı. Rüzgar gücünü arttırmış, kaideleri ve sütunları hırçınca sallıyordu. Hangi yöne gideceğimi bilmiyordum. Ya da nereye yöneleceğimi. Yalnızca korkumu hissediyordum. Arkada yuvanın kadim girişi hala gözüküyordu fakat oraya girmeye bir daha cesaret edemezdim. Yuvanın girişinin tam ilerisine yani Kuzeye doğru yöneldim. İç güdüsel olarak içimi rahatlatıp yuvamı bulacağıma inanarak yavaşça karanlığa doğru yürümeye başladım.
Çevre,alaca karanlığın hakimiyetindeydi. İlerleyişim hiçbir canlıyla karşılaşmadan devam ediyordu. Fakat bastığım toprak nemliydi. İleride bir su kaynağının olduğu apaçık belirgindi. Buraya gelirken bir su kaynağının çevresinden geçtiğimizi hatırlamıyordum. Ama yine de o yöne doğru gitmeye devam ettim. Zira yöneleceğim yerler sınırlıydı. Yolumu daha az sütunun bulunduğu yöne yöneltmiştim. Çevrede hiç salınım hissedilmiyordu. Sadece arada sırada yüksek kaidelerden duyulan, tiz sesler duyuluyordu. Bu sesler benim gibi başıboş dolanan canlıların yüreğine korkudan başka hiçbir şey hissettirmiyordu. Nemli toprağın sonuna doğru yaklaştığımda bir su kaynağıyla karşılaşmıştım. Bu kaynaklar hakkında bilgim neredeyse hiç yoktu. Zira yuvamızın yakınında hiç su kaynağı bulunmuyordu. Kaynak, Karanlığın tekinsiz görüntüsünü adeta huzurlu bir sessizliğe dönüştürerek yansıtıyordu. Suyun hiçbir yerinde hareket yoktu. Kaynağın yakınından yay çizerek yürümeye başladım. Belki kaynağa hiç dokunmadan karşıya geçebilirdim. Fakat bu fikirden vazgeçmem çok uzun sürmedi zira ilerideki sütun ve kaidelerin sıklığı gözümü korkutmuştu. Bu tarz yerler Uzun Bacaklı Karartılar için beslenme noktalarıydı. Oluşturdukları ince ve yapışkan ağlardan kurtulmanın pek bir yolu yoktu. Bir anda ürpertiyle beraber geldiğim yöne geri dönmeye başladım. Rüzgar estikçe kaidelerin kuru gövdeleri sarsılıyor ve sallanıyordu. Bazı kaideler Uyumsuzluk mevsimin getirdiği kuru soğuğun etkisiyle kökünden devrilip düşmüştü. Bazıları ise bu soğuk rüzgarlardan dolayı yan devrilmişti. Artık Kaynağın çevresini dolanmayı bırakmış ve düşünmeye başlamıştım. Herhangi bir yöne gidebilirdim fakat içimden bir ses bu yöne gitmemi söylüyordu. Açıkçası başka fikrim olmadığından bu sesi dinlemiş ve bir kaynağa ulaşmıştım. Kaynağın çevresinden dolanmak çok riskliydi. Gece karanlığından dolayı fark edemeden herhangi bir ağa takılabilirdim. Sabahı beklemek daha tehlikeli gibi görünüyordu. Alaca karanlığın getirdiği etkilerden dolayı çoğu canlı yuvasına çekilmişti. Ne kadar tekinsiz gözükse de çevre, gündüzden daha güvenliydi. Yerimde durmaya ve düşünmeye devam ettim. Rüzgar dışarıdakilere ne kadar etkili olsa da Kaynağa pek bir etki gösteremiyordu. Su yüzeyinde minik birkaç dalgalanmadan başka bir şey yoktu.
Birkaç dakika dinlenmek vücuduma iyi gelmişti. Yorgunluktan dolayı olan titreme geçmişti. Artık sorun vücudum değildi. Zira aklıma birçok soru geliyordu. Acaba yuvaya döndüğümde -tabi dönebilir isem- Will'in başına gelenlerden dolayı beni suçlarlar mıydı? Tabi gittiğimiz yerde böyle bir sorunla karşılaşacağımızı tahmin etmiş olmalılar. Bir anda düşüncelerimden dolayı yüreğime bir acı saplandı;
Acaba beni gözden mi çıkarmışlardı? Ama onlara sorun yaratacak hiçbir şey yapmamıştım. Gözden çıkarsalar dahi neden Will'i de tehlikeye atsınlar ki? Will acaba onlar için önemli miydi? Dışarıdan bakılınca önemli gözükebilirdi. Fakat içeriden bakıldığında bizim türdeşimiz değildi. Bizden olmayana duyduğumuz bu kaygı ve nefret Will içinde geçerli miydi? Sorular birbiri ardına sıralanırken cevaplar ortalıkta gözükmüyordu. Kuklamın iplerini oynatanları göremesem de hissedebiliyordum.
Değersizliğin verdiği his acıdan da beterdi. Gözden çıkarılışımın nedenini bilmesem de hissedebiliyordum. Robin'in alttan alta uyarılarını dikkate almalıydım. Toplantı da bile hissetmiştim; diğer türdeşlerin bana ve Will'e olan hoşnutsuzluğunu. Fakat bize biçilen bu görevin asıl amacı neydi? Trüf mantarlarının tohumları olmadığını düşünüyordum. Yoksa Will neden güvendiği ve deneyim sahibi savaşçı türdeşlerini peşi sıra getirmişti ki? Zihnimdeki bu sorularla birlikte Kaynağın dibinde yapayalnız oturuyordum.
Sessizliği bozan, birkaç adımın yarattığı hafif tıkırtı idi. Bir anda çevremi gözlemlemeye başladım. Fakat çevrede hiçbir belirti yoktu. Kısa süre sonra birkaç tıkırtı daha duyuldu. Korku zihnimi adeta sarmıştı. Mantıklı şeyler düşünemiyor ve odaklanamıyordum. Hiçbir belirti göremediğimden dolayı daha da korkuyordum. Hayal gücümün etkisiyle Kaynağın yüreğinden yükselecek olan canavarı beklemeye başladım. Birkaç dakika da birkaç tıkırtı. Başka hiçbir şey yoktu. Sırtımı verdiğin kaideden dolayı yalnızca önüme yani Kaynağa doğru bakıyordum. Ta ki omzuna dokunan bir uzuvdan sonra.
Ani bir irkilmeyle kaideden uzağa birkaç adım atıp yere kapaklandım. Çılgınca çevreme bakınmayı kesmiş, tüm dikkatimi sütundan sarkan canlıya vermiştim. Uzun bacaklı Karartının görüntüsü adeta yüreğime korku salmıştı. Yerde birkaç çırpınmadan sonra hareket etmeyi kesmiştim. Zira sütunun dibine inmiş olan Karartı çevresini gözlemliyordu. Dev gibi bacakları adeta şekilsizliğin yarattığı tiksintiyi akla getiriyordu. Ne kadar bacakları uzun olsa da dengesini rahat sağlıyordu. Ağından güç alarak hızla sütunun dibine inmişti. Çevresini hiç hareket etmeden gözlemliyordu.
Yüreğimdeki panik ve korku artık doruk noktasına ulaşmıştı. Yorgunluğun verdiği etki yüzünden yerimden kalkamadım. Zira herhangi bir harekette benden hızlı davranıp beni avlayabilirdi. Kanatlarımın cılızlığı hatırlayınca çevreme çaresizliğin cirit attığı bir korku salınımı yaydım. Dev karartı ağından kurtulup sessizce beklemeye başladı. Dev bacaklarını oynatmadan, çevreden gelecek herhangi bir hareketi bekledi. Geçmek bilmeyen birkaç dakika boyunca kıpırtısız yerimizde durduk. Korkudan aklıma hiçbir düşünce gelmiyordu. Yalnızca kaçabilirdim, başka hiçbir çıkar yolu yoktu. Ne kadar Karartının dişleri sivri olmasa da bacaklarını çok etkin kullanabilirdi. Bir de işin içinde ağ vardı. Çaresizce kıpırdanmadan beklemeye başladık. Rüzgar bile esmeyi kesmişti. Sanki Tanrının tüm dikkati buradaydı;
Nefesini tutmuş benim çaresiz yaşamımın son sahnelerini eğlenerek izliyordu!
Uzun bacaklı karartı sonunda hareket etti. Çevresine attığı birkaç adımla beraber bana doğru üstün körü yaklaştı. Hiçbir harekette bulunmadım, sakince soluğumu düzene sokarak bekledim. Son çare olarak onunla mücadeleye girecektim ki bu gerçekten de son bir çaba olacaktı. Bu yorgunluğun ve güçsüz kanatların vermiş olduğu dezavantajlarla beraber hiçbir şansım yoktu. Çevreme yavaşça bakınmaya başladım. Kaynağın yakınında kuru ve küçük bir sütun parçası vardı. Uzun bacaklı karartı ile aramızdaki mesafe iyice daralmıştı. Hiçbir kıpırdanma olmayınca Karartı huysuzlanmış ve harekete geçmişti. Tüm dikkatimi sütun parçasına verip kaçmaya hazırlandım. Kaynağın dışına kaçarsam yaşama şansım hiç yoktu. Zira o uzun bacaklardan kaçmanın tek yolu uçmaktı. O da benim sahip olduğum hırpani kanatlarla çok zordu. Zihnimdeki korkuyu itip aklımı berraklaştırmaya çalıştım. Karartıyla artık aramda mesafe kalmamıştı, bacaklarının çarpıklığı başımın üzerinde dans ediyordu.
Derin bir nefesin ardından gözlerimi kapattım. Kafamın üzerindeki Karartıyı görmezden gelmeye çalışarak vücuduma çarpan sert rüzgarın tadını çıkardım. Esintinin etkisiyle kaidenin altına gürültüyle bir şey düştü. Karanlıkta neyin düştüğünü göremesem de merakım çok kısa sürmüştü zira Karartı o kadar hızlı refleks vermişti ki bir anlık şaşkınlığımdan sonra tüm kuvvetimle yerden kalkıp koşmaya başladım. Kaidenin dibine düşen kozalağın başında ümitsizce duran Karartının tüm dikkati şimdi benim üzerimdeydi. Zihnimde ise yalnızca birkaç kelime yankılanıyordu;
Böyle ölmeyeceğim, böyle ölmemeliyim....
Yerdeki nemli topraktan toz kaldırırcasına koştum. Tüm kuvvetimle kuru sütun parçasının üzerine atladım. Dişlerimi sütunun gövdesine geçirip, sırtımı kaynağa dönerek geri geri gitmeye başladım. Önümdeki manzara o kadar korkutucuydu ki derhal gözlerimi kapattım. Uzun bacaklarını o kadar hızlı hareket ettiriyordu ki korkudan gözlerimi açamadım. Tıkırtılar artık önüme kadar gelmişti. Umutsuzluğun verdiği son bir güçle sütunu kendime doğru kuvvetlice çektim. Ayaklarım soğuk suya değmişti bile. Suyun verdiği hissiyatla gözlerimi açtım. Uzun bacaklı Karartı tam önümdeydi. Dev bacaklarının ikisi sağıma soluma denk gelecek şekilde yerleşmişti bile. Vücuduma bir anda baskı yapmaya başladı. Ne kadar arka bacaklarım suyun içerisinde olsa dahi sütunun yalnızca bir kısmı suya girmişti. Baskıyla beraber korku ve panik vücudumu sarmıştı. Gözlerimden dökülen yaşlarla beraber kendimi suya doğru çekmeye çalıştım. Dişlerimi sütundan hiç çekmeden devam etmeye çalıştım. Bir anda baş hizama iğrenç bir sıcaklık değdi ve sarmaya başladı. Vücudumun geri kalan kısmını hissetmemeye başlamıştım. Görüş alanım tamamen kararmaya başlamıştı. Çaresizliğin verdiği tüm güçle suya doğru kendimi çekmeye başladım. Fakat Karartı artık kontrolü ele geçirmişti. Antenlerim ile kafamı ağa sarmayı başarmıştı. Nefessizlikten ve korkudan tek yapabildiğim çılgınca çırpınmak ve ağlamaktı. Artık tüm gücüm tükenmeye başlamıştı zira kafamın çevresindeki ağ beni boğmaya nefessiz bırakmaya başlamıştı. Karartı, vücudumun üzerindeki baskıyı azaltıp beni tamamen ağa büründürmek için bacaklarını benim vücudumun köşelerine koymaya başladı. Artık paniğin ve nefessizliğin verdiği etkiyle beraber bitkin düşmüştüm. Düşünemiyordum bile. Bir anda aklıma bir fikir geldi. Son bir çare olarak -dişlerim hala sütunun gövdesine saplıydı- dişlerimi sütundan söküp, ağsız kalan minik bir boşluktan Karartının sağ bacağına dişlerimi sapladım. Bu etki ile birkaç saniye kazanacağımı beklemiştim. Fakat tam aksine Uzun bacaklı Karartı öyle bir hışımla hareket etti ki artık vücudumu hareket ettiremez hale geldim. Antenlerim baskı yüzünden kopacak gibi olmuştu. Gözlerimden süzülen yaşlarla beraber sütuna son bir bakış attım. Dişlerimden dolayı iki minik delik açılmış olan sütun suya doğru hareketlenmişti. Arka bacaklarım sütunu tutmasına rağmen vücudumu hareket ettiremiyordum. Karartı artık elini çabuk tutmaya başlamıştı. Gövdeme doğru sıcak bir yapışkanlık hissetmeye başladım ve ani bir acı hissiyle bağırdım. Karartı zehrini vücuduma salmıştı bile. Şimdiden vücudum titremeye başlamıştı. Son anımı bu kadar ani bir panik ve korkuyla geleceğini hiç düşünmemiştim. Sonumun hiç bu kadar basit olacağını düşünmemiştim. Fakat son artık birkaç saniye içinde gerçekleşecekti. Hava almakta oldukça zorlanmaya başladım, zira tek hava alabildiğim kısım dişlerimin olduğu yerden geliyordu. Ağdan dolayı görüş açım iyice kapanmıştı. Yalnızca kaynağın üzerinde yüzen sütunu görebiliyordum. Bacaklarımla sütunu ters yüz etmeye başladım. Başka hiçbir yerimi oynatamıyordum. Karartı ise işini ağır bir sükunetle hataya yer bırakmadan yapıyor ve beni ağına sarıyordu. Sütun bir tur döndükten sonra suyun yüzeyine iki kabarcık bıraktı ve akabinde Kaynağın yüreğinde hareketlenme başladı.
Uzun bacaklı Karartı bile bu hareketlenmeyi hissetmişti. Hiç kıpırdanmadan durdu. Nefessizlikten ve vücuduma salgılanan zehirden dolayı iyice uyuşmuştum. Fakat buna rağmen zihnime ve vücuduma bir dinginlik ve umut gelmişti. Artık son kuvvetimle vücudumu sütunun üzerine bıraktım. Karartı istese beni bacaklarıyla karaya çekmeye çalışabilirdi. Fakat kaynağın yüreğindeki hareketlenme suyun yüzeyine doğru yükselmeye başlamıştı. Karartı bir anda kaideye doğru geri kaçmaya başladı. Kafamın çevresindeki ağı umursamadan, yüzümde derin bir gülümsemeyle, görüntünün netliğini bozan ağları önemsemeyerek seyretmeye başladım. Uzun bacaklarıyla o kadar hızlı hareket ediyordu ki kaçışını izlemek çok keyifliydi. Gülümsemem yalnızca birkaç saniye sürdü. Uzun bacaklı Karartı kaidesine ulaşmış ve tırmanmaya başlamıştı bile. Artık tehlikeli sayılmazdı. Zira tehlike artık karşımda değil tam altımdaydı. Tüm vücudumu sütunun gövdesine yaydım. Zehrin etkisi ile gözlerim kapanmaya başlamıştı. Çevremdeki su o kadar hareketliydi ki... Tek görebildiğim su yüzeyine doğru açılan ağızlar idi. Açılıp kapanan onlarca ağız, birkaç tanesi sütuna bile dokunmuştu.Fakat sütun sadece hafifçe sallanmıştı. Artık korku zihnimi terk etmiş ve bunun yerine uzun sürecek bir sükunet getirmişti. Rüzgarın vücudumu yalamasıyla beraber çevremdeki hareketli şöleni terk edip derin bir uykuya çekildim.
6.2
Ilık bir esintinin hissiyle gözlerimi açtım. Bedenim kas katıydı. Bacaklarımı dikkatli ve yavaş bir şekilde hareket ettirmeye çalıştım. Hareket ettirebiliyordum fakat reflekslerim zayıflamıştı. Gövdemin yanında ise minik bir delik vardı. Karartının zehri salgıladığı kısım burası olmalıydı. Deliğin çevresi şimdiden çürümeye belirtileri gösteriyor ve sızlıyordu. Yara ne kadar küçük görünse de etkileri fazla olabilirdi. Zehrin bedene sızdıktan sonra ki etkileri hakkında hiçbir fikrim yoktu. Çevreme sakince bakınmaya başladım. Bedenimin altındaki sütun parçası hala dayanıklı görünüyordu. Antenlerimde ki ağ parçalarını temizlemeye başladım ve çevremdeki salınımları dikkatlice inceledim. Salınımların neredeyse hepsi yabancı ve silikti. Bir kaynağın içinde yapayalnız ilerliyordum. Güneşin sağladığı sıcaklık bedenime enerji veriyordu. Açlığımı önemsemeden ilerimde yer alan kıyıya doğru odaklandım. Kıyı şeridine fazla uzak değildim zira sütun parçası hiç hareket etmiyordu. Kaynak ise sessiz ve tetikteydi. Yavaşça bacaklarım ile suya temas ettim. Suyun soğuk olmasına karşın kendimi hazırlamıştım ama su ılıktı. Dikkatlice bacaklarımı hareket ettirmeye başladım. Sütun, kıyıya doğru dik açıda ilerliyordu. Güneşin gökyüzündeki konumundan dolayı -tam tepedeydi- acele etmeksizin kıyıya doğru yavaşça harekete geçtim. Aklımı, kıyıya vardıktan sonra hangi yöne gideceğime yönelik biçimlendirmek istememe karşın duygularım ağır basmıştı. Zihnime doluşan birçok anıyı kovalamak istercesine gözlerimi kapattım. Birbiri ardına yok olan hayatları hatırladıkça içimdeki sızı büyüdü. Will'in alaycı sırıtışlarını hatırlamakta şimdiden zorlanmaya başlamıştım. Unutmak ne kadar acı verse de aklımı korumanın en önemli yoluydu. Bunu isteyerek yapmama karşın memnundum. Zira acı düşünmemi engelliyor, birbiri ardına sıralanan anılara kapı açıyordu. Başka zaman olsa şikayet etmeden hatırlamak isteyeceğim anları şimdi engellemeye çalıştım.
Şu an anılarda kaybolmanın zamanı değil,Greg. Burada ölemem,ölmemeliyim.
Sütun parçasından hafifçe sarkarak kaynağa baktım. Yüzümü ve bana ait olan cılız antenleri inceledim. Daha önce de yüzümü sınıfta görmüştüm. Larvalardan çıktıktan sonra bu tarz konularda bilgilendirilmiştik. O zaman ki heyecanlı ve atik görünümlü antenlerden geriye kırılgan ve bitkin bir görünüm kalmıştı. Dikkatlice kendimi, Greg adı verilen canlıyı gözlemledim. Son zamanlarda ölüm korkusu yüreğime ağır geliyordu ve bunun sebebini şu an anlıyordum. Ölmekten veya ölürken yaşayacağım acıdan dolayı korkmuyordum. Zira buna yakın acıları artık tatmıştım. Korkumun kaynağı unutulmaktı. Beni önemseyen çok az dostum vardı ve ben öldüğümde ise geriye yalnızca birkaç bölük pörçük anı kalacaktı. Neredeyse üç mevsim görmüş bedenimden geriye bunların kalması canımı yakıyordu. Kafamı sertçe sallayarak düşüncelerden kaçınmaya çalıştım fakat bu hareketim bile ne kadar çaresiz olduğumu bana göstermekten başka bir işe yaramadı. Bedenimi sütunun üzerine tekrardan çekerek kıyıya doğru hafif hafif yol almaya başladım.
Sütunun ön kısmı kıyıya çarptığında az kalsın suya düşüyordum. Hızlıca ayaklarımı ve kollarımı toprağa değdirip tutundum. Bedenimin ağırlığından kurtulan sütun parçası kıyıya paralel olacak şekilde hafifçe ilerledi. Dikkatlice çevreme bakındım ve hareketliliğe şaşırdım. Çevrede birçok altı bacaklı dolaşıyordu. Bedenlerinin rengi epey karaydı. Bizim gibi açık renkli değillerdi. Salınımları hafif ve baskın değildi. Bir şeyler açıklamaktan ziyade yalnızca komut odaklıydı. Beni ilk fark ettiklerinde dikkatlice baktılar fakat hiçbiri birkaç saniye göz temasından başka bir şey yapmadı. Onların gözünde önemsizdim. Zira onların silik bakışlarının altında yatan tek değerli şeyin midelerine girecek birkaç parça besinden başka bir şey olmadığını fark etmekte zorlanmamıştım. Hiçbiriyle temas etmemeye özen göstererek yoluma devam etmeye başladım. Zemin hala nemli ve yumuşaktı. Yön duygum ise hala belirsizdi. Zihnimin bir parçası hala korku içinde kaybolduğumu haykırsa da içim rahattı. Doğru yöne gittiğime adeta safça inanıyordum. Gittiğim yönde ne bir salınım vardı ne de hatırlanacak detaylar, hiçbir şey yoktu. Dev kaidelerin arasından ilerlemeyi sürdürdüm. Arkamdaki cılız salınımlara aldırmadan yoluma odaklandım. İlerlerken ender de olsa dev taşların arasından geçmek zorunda kalıyordum. Gün ışığının az vurduğu bu kısımlarda dikkatlice ilerlemeye devam ettim. Zira bu tarz bölgelerde bir Karartının ağ atıp pusu da beklemesi içten bile değildi. Epey bir süre hiçbir şeyle karşılaşmadan ilerledim. Güneş sanki hızlıca irtifa kaybetmiş gibi alçalmış idi. Konumu karanlığın etrafı sarmasına biraz daha vakit kaldığını kesin bir şekilde belirtiyordu. Dev kayaların arasından güvenle geçtikten sonra bodur kaidelerin arasından yoluna, içinden bir sesin yönlendirdiği yöne doğru devam ettim.
İçgüdülerime güvenim boşuna çıkmadı. Tam tamına iki şafağa tanık olduğum bu uzun yürüyüşümün sonuna gelmiştim. Zira karşımda kovuğun diğer bir tanımla yuvamızın girişi vardı. Bedenim bu ızdıraplı yürüyüşten dolayı iyice solmuştu. Beş bacağım birden ağrıyordu ve tellerimdeki sızlama sinirlerimi iyice germişti. Yuvadan hafifçe beliren salınımları hissedince ani bir his bombardımanına tutuldum. Hiçbir salınımı kaçırmadan adeta hepsini kabullenerek büyük bir keyifle hissetmenin tadını çıkardım. Adımlarımı yavaşlatarak ve salınımları hissederek yuvanın girişine doğru yöneldim. Ah, son yaşadıklarımdan sonra türdeşlerimin salınımlarını hissetmek muhteşemdi. Bu salınımlarda heyecan,coşku ve kaygı vardı. Kaygılanmalarını anlayamadım, uzun zamandır bu tür bir salınım dalgası da hissetmediğim için afalladım. Yuvamıza her zaman hakim olan salınımların yanında ilk defa farklı bir salınım yer alıyordu. Kaygı o kadar yüksekti ki yuvanın girişine titreyerek girdim.
6.3
İlk gözüme çarpan meydanımızdaki Lahit'ti. Her zaman ki heybetli ve eski görüntüsüyle büsbütün yerinde duruyordu. Fakat türdeşler, onlar her yerde hızlıca hareket ediyordu. Bu meydandaki karışıklığı ilk defa görseydim pek bir şey fark etmeyecektim fakat yüzlerce kez görmüş, gözlemlemiştim. Burada bir şeyler olmuştu, herkes telaşlı bir şekilde meydana toplanmıştı. Ve kimse tarafından bilgilendirilmeden meydanda bekliyorlardı. Hızlıca meydana inmeden Toplantının yapıldığı ve odamın bulunduğu kısma yöneldim. Birkaç yardakçının hayret ve meraklı bakışlarını umursamadan Toplantı odasına yöneldim. Oda, her tarafına döşenmiş minik görkemli taşlar ve merkezinde bulunan beş köşeli masadan başka bir şey içermiyordu. Kimse yoktu. Oliver veya Terry her zaman burada durur, yuvayı ilgilendiren çoğu konuyu burada irdeler ve çözüm bulurlardı. Meydandan yükselen kaygının beni umutsuzluğa sürüklemesinden kaçınarak odadan çıktım. Dışarıda yardakçıların sayısı artmış ve çoğunun dikkati meydandaki türdeşlerin üzerindeydi. Odama yönelirken bir tanesine yaklaştım ve;
- " Neler oluyor burada?" dedim, sakince. Yardakçı, ilk beni göremediği için bu soruya omuz silkti daha sonra göz ucuyla beni görünce duruşunu düzeltip heyecanla haykırdı;
- " Greg, efendim! Siz, siz nerelerdeydiniz? Herkes sizin bir daha geri dönmemek üzere gittiğinizi söylüyordu." dedi, yardakçı.
- " Nereye gittiğimin bir önemi yok, artık başka bir yere de gidecek mecalim yok. Neden toplandı türdeşler ve ne bu Kaygının nedeni? Yoksa, yoksa Kraliçe..."
- " Hayır, efendim! Kraliçemiz sağlıklı durumda. Fakat geçen Şafakta gerçekleşen olaylar ve bugünkü haberler çok kötü, zira şu an sizden başka vekilimiz kalmadı!" dedi yardakçı, meydandaki türdeşlere has bir tedirginlikle.
- " Ne demek vekil kalmadı? Oliver,Terry ve Richelle neredeler?" dedim.
Bu sırada, sohbeti duyan ve meydanı seyreden neredeyse tüm yardakçılar çevremize toplanmıştı.
- " Efendim, her şey geçen Şafakla beraber başladı. Ekim arazisinden bir korku salınımı yuvayı adeta sarstı. Derhal oraya intikal ettik ve korkunun nedenini tespit ettik. Richelle, efendim onu ölü bulduk. Odasında değildi, ekim arazilerinin sıklaştığı kısımda yere uzanmış vaziyette bulduk. Vücudu gayet doğal gözüküyordu, hiçbir yara izi yoktu. Fakat antenleri çarpık bir pozisyondaydı. Yine de her şey normal gözüküyordu. Ta ki onu sırt üstü çevirinceye dek." dedi yardakçı, titreyerek ve devam etti;
- " O, efendim onun gözleri adeta kocaman açılmıştı! Şaşkınlıktan mı yoksa acıdan mı bilemiyoruz ama yüzü de kasılmıştı. Dişleri adeta çarpıklaşmış bir şekilde sıkılmıştı. Zehirlendiğinden şüpheleniyoruz." dedi yardakçı, heyecanla.
Neler oluyor burada? Kim Richelle'in canına kıyar ki! Aklımdaki soruları bir kenara bırakarak yardakçı'ya odaklandım.
- " Peki, Terry ve Oliver nerede? Kesin onların neler döndüğünden haberi vardır." dedim.
- " Efendim, asıl büyük kaygılarımızda burada başlıyor." dedi yardakçı, çevresindekileri temsil ettiğine inanarak devam etti konuşmasına;
- " Oliver ve Terry efendilerimizi bulamadık. Şey, onlar yoklar. Ne yuvalarında ne de Toplantı odasında, hiçbir yerde yoklar. En son ne yaptıklarını da bilmiyoruz. Sizde biliyorsunuz ki ikisi de halkıyla iç içe yaşıyorlardı. Geldiklerinde veya gidecekleri zaman fazla dikkat çekmiyorlardı. Onların en son nereye gittiklerini bilmiyoruz. Tek bildiğimiz yuvadan çıkmadıkları." dedi yardakçı.
- " Yuvadan çıkmadıklarından nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?" dedim, şaşkınlıkla.
- " Şey, efendim yuvanın dışında iyi bir iletişim ağımız var. Will efendinin sağladığı bu avantajı kullanıp her bağımsız küçük yuvadakilere sorduk." dedi yardakçı sonra devam etti;
-" Hiçbir şey bulamadık. Ne bir gören ne de salınımını hisseden. Yuvanın çevresinden geçen her türdeşimizin salınımları çevre sakinleri tarafından hissediliyor, görmezden gelmeleri imkansız. O yüzden bu son gelişmeler tüm türdeşleri korku ve kaygıya sürükledi." dedi yardakçı.
Çevresindeki her bir yardakçı da açıklamayı desteklercesine güçlü salınımlar yaydılar.
Yolun verdiği yorgunlukla beraber bu haberler iyice hırpani bedenimi sarsmıştı. Neler oluyor böyle, kim vekilleri öldürmek ister ki? Tereddüt içinde bulunan ve her defasında "efendim" etiketini dillerinden düşürmeyen bir grup yardakçının yapabileceğinden çok ama çok fazla olay yaşanmıştı. İki Şafakta, yani yolun dönüşünde yuvanın tüm vekilleri ölmüştü, ben hariç. Ama bunu planlayanın benim geri dönme olasılığını ön görememiş olmalıydı yada önemsememiş. Düşüncelerimden sıyrılarak yardakçı'ya;
- " Kraliçenin haberi var mı tüm bu olaylardan?" dedim, yorgunlukla.
- " Kraliçemiz uyuyor, efendim. Henüz hiçbir olaydan haberi yok. Olaylar çok hızlı geliştiği için çoğu türdeşin de ne yaşandığından haberi yok. Fakat tüm dedikodu ve salınımlar yuvaya yayıldı. Türdeşler telaşlı ve korku içinde, ne yapacaklarını bilmiyorlar." dedi yardakçı, ümitle bana bakarak. Benden bir şeyler beklediği çok açıktı. Dikkatlice söze girdim;
-" Hiç yedek vekil var mıydı? Önceden belirlenmiş?" dedim.
- " Var, efendim. Yedek vekil olarak Fremont efendi var. Kendisi öncelerden herhangi bir şey gerçekleşip vekil sayısında oynama olur diye seçilmişti. Fakat o, şu an biraz yetersiz efendim. Ortalığı durgunlaştıracak birilerine, birisine ihtiyacımız var." dedi yardakçı, ümitle.
Vücudumdaki titreme artık zihnimi de ele geçirmişti. Bitkinlik ve yorgunluğa artık daha fazla dayanamıyordum. Hızlıca düşündüm ve söze başladım;
-" Şimdi beni iyi dinle! Belli ki hiçbir vekil yok, benden başka. Başımdan o kadar çok şey geçti ki, dinlenmekten başka yolum yok. İlk işin Fremont'u bulup geri geldiğimi ve halkı görevlerine geri yönlendirmesini söyleyeceksin. Türdeşlere döndüğümü ve ilk iş olarak olayların kim veya kimlerden kaynaklandığını araştıracağımı söylesin. Daha sonra yanına Rich ve Jason türdeşleri alıp odama gelsin. Onlar büyük ihtimal arama ekibindedir. Mevsimden dolayı başka bir işle uğraşıyorlardır ama ne işle uğraşıyor olurlarsa olsun onları yanına alsın. Ve mehtap zamanında yanıma gelsinler, daha erken değil." dedim, zira artık bitkinlikten konuşamayacak hale gelmiştim son defa yardakçı'ya dönerek;
- " Ha, bir de odamın önüne güvendiğin birkaç türdeş koy. Ve mehtap vakti, diğerleri gelmeden birkaç besin veya yaprak getir. Ve getirdiğin şeyleri kontrol etmeyi unutma." dedim ve sakince arkamı dönerek odama yöneldim.
Arkamda ise tam bir karmaşa yaşanmıştı. Yardakçılar heyecanla komutlarımı yerine getirmek için hareketlenmişti. Çevreye ise ümit ve heyecan salınımları yayıyorlardı. Emir almaya alışan zihinleri artık sorgulayamıyor, yalnızca komutları yerine getiriyordu. Kaygılarını unutup ümitlenmeye başlamışlardı. Ümit bağladıkları efendinin tek derdi ise uyumaktı.
16.10.2020ALTINCI KISMIN SONU.
ellerine sağlık <3
YanıtlaSiltüm bu karalamalar hayal gücüne katkı sağlıyorsa ne mutlu bana :)
Sil