Beşinci Kısım

        GARBAGE FACTORY 





                             







5.1






Karanlığın bir zamanlar ötesinde yer alırken şimdi O'na ruhumu teslim edecek kadar güveniyorum. Beni sarmalayan bu güçlü hissiyat buhranına kapıldım.Aydınlığın bilinmezliğinden sıyrılmış bir şekilde karanlığa doğru sürükleniyorum. Aydınlık gücünü yitirdikçe zihnimdeki düşünceler bir anda canlanmaya ve dallanıp budaklanmaya başladı. Her şey yavaş ama kesin bir şekilde gerçekleşiyordu. Karanlığın ördüğü bu düşlerde birer birer hayat bulmaya başlıyordum. Bu özenle oluşturulmuş düşlere yön veremesem de kendimi buraya ait hissediyorum. 



Uykumdan uyandığımda gördüğüm düşlerin etkisindeydim. Algılayamadığım bu düşlerin ardından kendimi bu yuvaya ait hissedemiyorum. Rüyalarımın ya da düşlerin sıklığı gün geçtikçe artıyor ve benim gerçekliği sorgulamama yol açıyordu. Benimsediğim gerçekliği sorgulamaya başlamıştım.
Bu sefer kalktığımda başımda ne antenler sarkıyordu ne de birileri duruyordu. Odada hiç kimse yoktu. Kraliçeyi görmek için odadan ayrılalı iki gün olmuş ve hala Kraliçenin toparlanıp kendine gelmesini bekliyorduk. Benim acemiliğimden kaynaklanan bu acele görüşme girişimim başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Rich ve Jason'ın yanından ayrıldığımda hızla Kraliçe ile görüşmeye gitmiş fakat toplantı salonunda yalnızca Terry ve birkaç yardımcı dışında hiç kimse yoktu. Terry durumu bana açıkladıktan sonra iki gün boyunca odamda, bu küçük oyuktan çıkmamıştım. 

Terry açıkladığı üzere;

- " Kraliçenin kendini toparlaması birkaç günü bulur. Derin hülyalarda bulunduğumuz zaman gerçekliğe geçmek epey zahmetli bir iş. Bu zahmet yalnızca zihinsel değil bedensel de. Vücudu normal akışına dönene kadar odasından ayrılıp toplantıya katılamaz. O yüzden acele etmene gerek yok. Kraliçe kendini toparlar toparlamaz toplantı yapacaktır. Ben seni bu konuda haberdar ederim." demişti.

İki gündür odamda duruyor, hiçbir ziyaretçi kabul etmiyordum. Gerçi ziyaretçilerden kasıt Kraliçenin yardımcılarıydı. Ne Robin'ı ne Lulu'yu ne de Will'ı görebilmiştim. Herkes bir işle uğraşırken yapayalnız kalmıştım. Hiçbir işe yaramadığımı hissettiğim zamanlar ardımda kalmamıştı. Tüm gün aşağıdaki meydanı seyrediyordum. Türdeşlerin hareketlerini bu uzaklıktan gözlemlemek keyif verici hale gelmişti. Uzaktan hiçbir yakınlık kurmadan onları yargılamak kolay ve keyif verici bir histi. Onlar bu yargılanma sürecine ne karışabiliyor ne de haberdar olabiliyorlardı. Tüm bu süreç zihnimde gerçekleşiyor ve tek karar mekanizmasıyla yönetiliyordu. Tüm bu hengamede kendime bir iş edinmiş ve bu işi ciddiyetle devam ettirmiştim. Gözlemlerimin çoğu Kraliçenin yardımcıları üzerindeydi. Bu yardımcılar sürekli çevrelerinde küçük fanatik kitleler toplayabiliyordu. Bu yardımcılara 'yardakçı' demek artık bana çokta uzak durmuyor hatta daha çekici geliyordu. Kendilerine ait bir düşünce yaratamayacak kadar zavallı olan bu yardakçılar başka bir gücün peşinden sürüklenip gidiyorlardı. Bu rüzgarın gücü daima değişkendi bu yüzden uyanık davranıp başka güçlerin peşinden gitmeye çalışıyorlardı. Benim bile bu güç temsili karakterlerden biri olmam şaşırtmıştı. Yanımda bu tarz yardakçılar istemiyordum. Beni eleştirebilecek türdeşlere ihtiyacım vardı, her dediğimi sorgusuz sualsiz yapan türdeşlere değil. Yalnız geçirdiğim bu iki günde çevredeki türdeşlerin maskelerini ve sahte kişiliklerini yargılayıp durmuş, başka hiçbir şey yapmamıştım. Artık odadan çıkma vaktim gelmişti.





Odadan çıktığımdan beri kendimi sahte bir güven duygusu ile kuşanmış gibi hissettim. Hareket etmek ve topluluk içinde bulunmak iyi hissettiriyor. Ne kadar kendimi odama hapis etsem de bu limit iki gün içinde dolmuştu. Karanlıkla bezenmiş odamdan çıktığımdan beri kendimi rüzgarda süzülen başıboş yapraklar gibi hissediyorum. Zihnimin derinliklerine sakladığım gerçekler su üstüne çıkmaya başladı. Yuvaya olan sadakatim ve sevgim azalmaya hatta yok olmaya başlamıştı. Kendimi türdeşlerimle çevrelenmiş bu yuvada yalnız hissediyordum. Yuva, oldukça özenle tasarlanmış gibi. Tavanı dik ve rutubete izin vermeyecek kadar temiz havalandırma delikleri vardı. Yuvanın bir koruyucusu yani Tanrısı bile vardı. Düzenli besin kaynakları ve sağlıklı nesil ile sürekliliği sağlamıştı. Görünürde hiçbir sorun yok gibi görünse de yuvadan kopmaya başlamıştım. Bu kopmanın neyden kaynaklandığını kavrayamıyordum. Fakat kendimi buraya hele ki bu türdeşlere ait hissedemiyorum. Ne trajiktir ki toplantılarda onları temsil ediyorum. Sevmediğim canlıların haklarını korumaya ve savunmaya çalışıyorum. Kime karşı? Rekabet edilmek bir yana dursun sorgulanmaya bile izin verilmeyen bir otoriteye karşı. Zihnimi bu soruların işgalinden uzak tutmaya çalışmak nafile, artık bu sorularla yaşamaya kabullendim. 



İlerlediğim bu dev kovukta her köşeye saçılmış türdeşlerimi seyrettim. Onları yukarıdan küçücük gördüğümde zihnimde yeşeren değersizlik hissi tekrar canlanıyordu. Yaptıklarımız kendi gözümüzde değer ifade etse de bir başka canlının gözünden nasıl gözüküyordu ki? Burada çalışan işçileriz. Bizler Tanrının artıklarıyla beslenen sapkın bir grup canlı idik. Hiçbir canlının umursamadığı, ırakta kalmış canlılar. İşte bu gerçekler beni katlanılmaz düşüncelere gebe bıraktı. Bu düşüncelerden sıyrılmak için Robin'ın yanına gitmek ise ayrı bir ironi olmalıydı. Gidecek başka biri aklıma gelmiyor, eğer zihnimdeki soruları birilerine sunacak isem o da Robin den başkası olamazdı. Bu yüzden yine o dar ve izbe tünellerden aşağıya, doğruca bilginin gizemine doğru inmeye başladım. 


Dar tünellerden inerken duvardaki sembol ve çizimlere dikkatli bakarak yeni ayrıntıları görmeye başladım. Daha önce gördüklerimde bu iblis çizimlerine yabancıydım. Oysa şimdi bir iblis katiline dönüşmüş, halkımın gözünde kahraman ilan edilmiştim. Daha önceki zamanlardan bu zamanlara her şey değişmiş gibi hissediyorum. Değişimin bana iyi geleceğini düşünürdüm nitekim bakış açımı değiştirmiş ve beni olgunlaştırmıştı. Ama akabinde ardı ardına çözümü bulunmayan sorular getirmişti. Sorular karşısında cevap bulmaya çabalıyor fakat hiçbir ilerleme kat edemiyordum. Bu değişimin bana kattığı en önemli şey yalnızlıktı. Ama bilinen bir yalnızlık değildi bu; Bu yalnızlık anlaşılamamaktan kaynaklanıyordu. Fikren hiçbir türdeşle eş değer olamıyordum. Yine de beni bu amansız sorulara iten, zihnime eken kişiye doğru yol alıyordum. 



Geniş bir alana girdim. Duvarlarına birçok minik oyuk oluşturulmuştu. Her bir oyukta özenle dizilmiş sütun kalıpları vardı. Bu kalıplar birçok sembolü barındırıyordu. Belki de zihnimdeki sorulara cevap bulabileceğim bir kaynak bulmuştum. Tabi sembollerin ne anlama geldiğini bilseydim...  
İlerledikçe geniş kovuğun meydanını işgal eden sütunu inceleme fırsatı buldum. Bu bir çizimdi. Harf içermeyen saf bir çizim. Bu çizimi çizenin haricinde sütunun inceliği de muhteşemdi. Güneşin tan zamanındaki yükselişinde aldığı o güçlü rengi yansıtıyordu. Ne sarı ne de turuncu. Sanki içindeki enerjiyi dışarı çıkarmayı bekleyen canlı bir şey gibi sütunu çepeçevre sarmıştı bu renk. Sütun bu güçlü tonlara sahip rengin yanı sıra birçok küçük renkli kıvrımlara da sahipti. Bu kıvrımlar iblisin kanına benzer bir renk içeriyordu. Kızıl ve siyah rengin adeta birbirlerine üstünlük kurmaya çalıştıkları bu renk cümbüşü sütunun damarlarını yani hayati yollarını oluşturuyordu. Uzun zaman önce kaidesinden kopmasına rağmen güçlü yapısından bir şey kaybetmemiş gibi görünüyordu. Bu olağan güzellikteki sütunun üzerine daha önce görmediğim bir şey resmedilmişti. Sanki Güneş ve Ay'ı birleştirmeye çalışmış ve bu şeklin tam ortasına ise tanıdık bir çizim eklemişti.
Bu bir altı bacaklı türdeşin yukarıdan resmedilmesine benziyordu. Bu görüntüye son zamanlarda yaşadığım kovuğun terası sayesinde oldukça aşinaydım. Bu altı bacaklı ya yukarıdan bakılmış gibi çizilmesine rağmen yine de boyutları normal bir türdeşe göre büyüktü. Bu iki güneşe benzer yapının içerisinde bulunuyordu. Vücudunun bir yarısı bir güneşe diğer yarısı ise Ay'a benzer şeklin içerisindeydi. Tam ortasında ise bir nokta konmuştu. Ne anlama geldiğini veya neyi temsil ettiğini anlayamadım. Bu etkileyici çizimden uzaklaşıp çevreye bakınmaya devam ettim. Topu topu iki minik kovuklara sahip olan burada Robin'ı bulamadım. İçimdeki isteksizlik ile tekrardan ışık meydanına doğru yöneldim. 




5.2




Işık meydanına çıktığımda, herkes tüm dikkatini yukarıdaki konuşan kişiye yöneltmişti. Afallamış bir şekilde konuşanı dinlemek için kalabalığa doğru yöneldim. Konuşan kişi Terry di. Yanında ise Richelle bekliyordu. Bundan üç mevsim önce Kraliçenin konuşma yaptığı o en yüksek noktada duruyor ve bir şeyler açıklıyordu. Çevremdeki hafif salgıları önemsemeden konuşmayı dinlemeye odaklandım. 

 " ... Kraliçemiz ise bu kararımızı olgunlukla karşıladı. Her zaman ki gibi bu kutsal yuva için her türlü yararlı çalışmayı destekledi. Ve bundan mütevellit artık yaprak taşımak yerine bizim için toplananları taşıyacağız. Bunun karşılığında ise bu yuvanın bereketli topraklarında mantar ekimi yapacağız. Her zaman kârlı çıkacağımız bu anlaşmanın detaylarını öğrenmek isterseniz Richelle'e ve bana sorabilirsiniz. İçiniz rahat olsun, yakın zamanda büyük kayıplarımız artık sona erecek. Yaprak için riske girmeyeceğiz." dedi, Terry.


Meydandaki türdeşlerin çoğunda merak ve minnettarlık salınımları yükseliyordu. Kraliçenin bu kararımızı bu kadar kolay onaylamasını hiç beklemiyordum. Gerçi bu kararda onaylamadığı kısımlarda olacaktır. Bunları öğrenmek için beklemeden yukarıya yöneldim. Kanatlarımın zayıflığından dolayı epey yürümek zorunda kaldım. Kanatlarımın işe yaramadığına alışmak oldukça zaman alacak gibi. Terry ve Richelle'in çevresi yardakçılarla çevriliydi. Ben yaklaştığımda yavaşça açıldılar. Terry:

-" Ah! Greg, seni tamamen unutmuşuz. Ah, şey beni takip et de sana anlaşmanın detaylarını açıklayayım." dedi. 

Pek aldırmadan peşinden ilerledim. Terry'nin kovuğuna doğru gidiyorduk. Yol boyunca gereksiz serzenişlerde bulunmasına karşı sessizliğimi korudum. Açıkçası merak ettiğim tek şey detaylardı, Terry'nin önemsiz sıkıntıları değil. Kovuğuna girdiğimizde ilk dikkatimi çeken şey sıradanlıktı. Ne duvarlara yakın yerlere oyuklar açılmış ne de tavan kısımlarına taşlar dizilmişti. Gayet sıradan ve temiz bir oyuktu.  Terry, bana baktıktan sonra;

- " Ah, Greg. Olayların farklı gelişmesi kimse tarafından beklenmiyordu. Genelde sabit fikirlerde mutabık kalırdık. Yani biz, toplantıdaki kişiler. Fakat senin gelmenle beraber farklı bir karar almamız tesadüf mü merak ediyorum." dedi, Terry. 

- " Bilmem, rastlantıdır belki." dedim, kestirerek.

-" Neyse ne. Buraya seni yargılamaya gelmedik sonuçta. Benim şaşırdığım nokta Kraliçenin kararıydı." dedi, bir ileri bir geri giderek. Sonra devam etti:


- " Bu kararımızın Kraliçe tarafından sert karşılanacağını bekliyordum.Tabi beklediğim gibi olmadı. Aksine Kraliçe bu kararı merakla inceledi. Zorlu kısımları olacağını fakat bunun üzerinden gelebileceğimize ekledi. Tabi bir şartla, yani bir koşulu olacak." dedi, Terry.


- " Peki, şarttan kasıt ne ?" dedim,merakla.

- "  Bir temsilci seçilecek. Bu temsilci anlaşmayı yerine getirecek türdeş olacak. Yani dışarıdaki altı bacaklılar ile görüşmeyi o devam ettirecek. Tabi bundan daha önemli bir konu daha var. Belki de en önemlisi. Sonuçta temsilci bulunması zor değil. Ticareti gerçekleştireceğimiz  yuvayı da Will buldu. Tek sorun; tohumları almak. Tohumları hangi yuvada bulacağımızı biliyoruz. Fakat bu tohumlara karşılık verebilecek bir şeyimiz yok. Gerçi verebilecek bir şeylerimiz olsa dahi orada yaşayan altı bacaklıların ticarete pek sıcak bakabileceklerini düşünmüyorum. Hatta düşünebildiklerini dahi zannetmiyorum. Neyse bunlar fazla kafanı kurcalamasın Greg. Will, yakında burada olacak. Sen kendini hazırlasan iyi edersin. Çünkü Will'ın bir fikri var." dedi, rahatça tellerini gererek..

- "Bu fikir pek akla yatkın değil gibi. " dedim, tereddüt ederek. 

-" Sorun yok Greg. Sen yine de fazla kafana takma. Will geldiğinde sana detayları aktarır. Henüz ben bile pek bir şey bilmiyorum." dedi  ve,

-" Şimdilik bu kadar galiba,evet. Şimdi yoldaşlarımın içine karışıp bazı detayları onlarla da paylaşmalıyım. Daha sonra görüşürüz Greg." dedi ve odadan çıktı. 


Ah, gözlerinde hem değersiz hem de değerliyim. Bu dengenin arasında yok olup gideceğim gibi hissediyorum. Lanet olsun! Plan Will' e ait ise o zaman faka bastık demek. Bakalım, bekleyip göreceğiz. 




5.3




Odamdaki duvarlarda bulunan oyuklarda Robin'ın bıraktığı yazılı sütunları incelemekten sıkılmıştım. İçlerinde benimde anlayabileceğim şekilde şekiller vardı. Dışarıda ki bir başka canlı ile karşılaştığımızda antenlerin nasıl konum alacağını, nasıl daha tehditkar görünebileceğimizi anlatıyordu Fazla önemli bir şey yoktu.  Odanın girişinde bir şekil belirdi,


- " Hım, bir aristokrata yakışır şekilde hareket ediyorsun demek." dedi Will, bir kahkahayla. 

- "En azından deniyorum. Bazıları gibi seyahate çıkmıyorum." dedim, alayla.

- " Seyahat yorucu iştir evlat." dedi, her zaman ki alaycı tavrıyla,

" Seyahat, biz aristokratlar için bir kazanımdır. Şey yani dışarıdan bakıldığı zaman züppelik gibi görünse de bizim gibi önemli türdeşler arasında epey önemli bir aktivite. Neyse ne, artık yaptığım işleri övmekten veya abartmaktan kaçınacağım. Değişmeye çalışıyorum da şu sıralar." dedi Will.

- " Değişim, senden ziyade bizim için iyi gelecek. " dedim. 

- " Başka zaman olsa bu tartışmayı sürdürür, seni yormaya çalışırdım. Ama bu sefer daha farklı bir fikrim var." dedi Will adeta gözleri parlayarak. 

-"  Şey ben fikri merak etmiyorsam yani duymak zorunda mıyım? Sonuçta bir aristokrat yalnızca duymak istediklerini duyar değil mi ? " dedim.

- " Eğer konu merak ise Greg, seni temin ederim bu fikir seni epey heyecanlandıracak." dedi Will. Odamın içerisindeki oyukları gözden geçirerek devam etti,

" Artık hayatının pek hareketli olmadığını öğrendim. Dışarı süzülmüyor, sorular sormuyor muşsun. Ne sıkıcı bir yaşam! Oysa bu kıymetli dostun sana vazgeçemeyeceğin bir teklifle geldi. Yalnız istesen de bu işten vazgeçmeyeceksin de neyse. " dedi Will.


- " Ihh, bana bir kere de emekli olduğumu bildirecek bir haberle gelseniz olmaz değil mi? Hem neden vazgeçemiyor muşum?" dedim. 

- " Kraliçenin direkt emri de ondan. Hem planımızda sen ve senin şu hırpani vücudun da gerek." dedi Will eğlenerek. 

- " Bu vücudumla nasıl bir fayda sağlayabilirim ki? Hem belli ki bu fikir dışarıda gerçekleşecek bir olay. Şu an uçamıyorum bile. " dedim. 

- " Daha iyi ya işte! Hem dert etmen gereken şey bu yuvadan ayrılmak olmasın. Bu konuda sana yardım edeceğim." dedi Will. 

- " Tek merak ettiğim şey şu 'fikir' senden mi çıktı?" dedim. 

- " Tabii ki de benden çıktı. Bu yuvada bu tarz çılgın fikirler ne gezer! Neyse ne işte, hazırlansan iyi olur. Bu gece planı yani şu fikri gerçeğe dönüştüreceğiz." dedi Will heyecanla. 

-" Ve ben bu fikrin önemli bir parçası mıyım? Yani önemsiz bir parça olmak benim için hiç dert değil açıkçası olgunlukla da karşılayabilirim." dedim bir umutla. 

- "Koskoca Kara Tırpan'a önemsiz bir rol verir miyim hiç!" dedi Will gülümsemesi tellerini titreterek, "sana bu fikri yolda açıklarım. Gece olmadan gitmemiz gerek, hadi hazırlan." dedi ve beline bağlı olan lifi bana uzattı. 

- "Bu da ne için?" dedim. 

- " Ihh seni taşımak zorunda kalacağım da ondan." dedi Will bu sefer yüzündeki sırıtış gitmişti. 

- " Ah tabi ya. Benim gibi önemli bir türdeş isen kanatlara ne ihtiyaç var ki? Hizmetkarlar varken." dedim bir kahkahayla. 

- " Hadi oyalanma. Şu lifti beline sıkıca bağla ve hareket etmemeye çalış." dedi Will.

- " Peki nereye gidiyoruz?" dedim.

- " Sana yolda açıklayacağım, Greg. Hadi gitmemiz gerek." dedi Will ve sonra odamdan ayrıldık. Belimde lif varken nasıl beni de taşıyabileceğini anlamamıştım. Demek ki kanatları bizimkilerden kuvvetli. Bu planın içerisindeki rolümde benim gibi bir hırpani vücut ne işine yarayacaktı ki. Aklımda birçok soruyla beraber bir anda havalandık ve yuvadan ayrıldık.




5.4



- "Soygun mu? Bu nasıl bir fikir böyle, tellerim aşkına!" dedim sinirle. 

- " Sakin ol, Greg. Tek yapman gereken şey ikram edeceğin bu sütun yaprağını parçalayarak sunağa,hafif zehri suya bulaştırmak. Hem onları öldürmeyeceksin ki. Yalnızca şey biraz uyuyacaklar o kadar." dedi Will sakince. 

Fikir baştan aşağı saçmalıktı! Daha önce gelmediğim bir bölgedeydim. Yuvanın epey uzağındaydık. Fikre gelirsek eğer fikir özünde basitti. İkramı götür ve aralarında biraz vakit geçir. Fakat detaylar ise bambaşkaydı. Tanımadığım bir halkın içine karışacak ve onlara kutsal bir ikramda bulunacaktım. Will'ın söylediğine göre burada ki altı bacaklılar kendilerine bir din oluşturmuştu. Fakat Will gibi kişilerin sürekli fikir alışverişi yapmasıyla dinleri epey değiştirilmişti. Will ve diğerleri her zaman ki gibi değişikliği çok keskin ayarlamışlardı. Eğer askere ihtiyaç duyacak olurlarsa onları kullanmak için bu Tanrı'nın ikram ve şehitlik mertebelerini hazırlamışlardı. Artık onlardan asker olmaz, demişti Will. Sebebi ise Trüf mantarlarından dolayı bağımlı olmuşlardı. Yuvanın neredeyse her  yerinde Trüf mantarı yetiştirip tüketmiş olmalılardı. Yine de Tanrı tarafından gönderilen ikramı, telleri dumanlı olmalarına rağmen bekliyorlardı. Hem Will yolda açıkladığı üzere buraya gelmeden birkaç gün önce beklenen havadisleri onlara müjdelemişlerdi. Bunlar saçmalıktan ibaret olsa da bu yuvanın heyecanlanmasına sebep vermişti. Demek ki ne kadar bağımlı olsalar da umutları hala vardı.


- " Neden ben yapıyorum ki?" dedim öfkeyle. 

- " Bizim rengimiz onlara benzemiyor Greg. Hem senin şu hırpani vücudun onların aralarına girebilmende büyük rol oynayacak. Hem sorgulayabilecek kıvamda bile değiller. Sürekli mantar tüketmek hem fiziksel hem de zihinsel problemlere yol açıyor. Dediğim gibi aralarına karıştığında ağır davran. Meydana doğru yürü ve sunağın içerisinde akan suya elindeki yaprağı ufalayarak koy. Daha sonra bekle onlar zaten ne yapılması gerektiğini biliyorlar. Hem salınım salmana gerek kalmayacak. Sana süreceğimiz bu karışımla salınımlarını hissedemeyecekler. Hem onlardan biri gibi gözükecek hem de üstün olacaksın. Görüntün ile onlardan biri olduğu gösterecek, salınımını da hissetmediklerinden farklı olduğunu kabul edecekler. Zaten söylediğim gibi tüm rivayetler ikramın gelişini işaret ediyordu. Artık zamanı geldi. Onlara ikramı sunmak için daha beklemene gerek kalmadı. " dedi Will ciddiyetle. 


- " Will, bak ben bunu yapabileceğimi zannetmiyorum. Ya bana soru sorarlar ise ne diyeceğim?" dedim, tereddütle.

- " Sana soru sormayacaklar. İkram getirene soru sormak ve dokunmak yasak. Yalnızca senin dokunduğun bir altı bacaklı sana dokunabilir. Tereddüt edecek bir şey yok. Ben ve yanımda getirdiğim kişiler seni izliyor olacağız. Zaten hepsi sunağın başına toplanacaklar. Onlar bayıldıktan sonra içeri girip mantarları devireceğiz. Ve içlerindeki tohumları alıp gideceğiz." dedi Will, hafifçe silkinerek.

- " Bizden başkaları da mı var?" dedim, merakla. 

- " Çevredeki sütunlarda işaretimi bekliyorlar. Onlarda senin tüdeşlerin değil. Benim yuvamdan geliyorlar. Bu tohumları taşıdıkları takdir de Kraliçe onları ödüllendirecek." dedi Will. 

- " Ne yani bizim yuvamızdaki Kraliçe ye onlarda mı itaat ediyor?" dedim.

- " Hayır ama saygı duyuyorlar. Hem Kraliçenin bahşettiği ödüller genelde zengin içerikli olur." dedi Will. Sonra konuşmaya devam etti.

 "Tamam, şimdi zamanı geldi. Ay tam yuvanın üzerinde. Şimdi gitme vaktin,Greg. Unutma, tek yapacağın yürüyüp ortadaki sunağa elindeki yaprağı ufalamak. Sonrasını bize bırak." dedi Will sonra yanımdan çekildi. 

Önümde koskocaman bir Kaide vardı. O kadar uzun ve yaşlıydı ki. Tam dibine derince bir oyuk oluşturulmuştu. O karanlığa doğru ilerledim. Artık Tanrı tarafından görevlendirilme vaktim gelmişti. Karanlığın ağzında durup arkama baktım. Will'den iz bile yoktu. Kimse kalmamıştı. Ne bir salgı hissedebiliyordum -üzerimde vıcık vıcık karışımdan dolayı- ne de birilerini görebiliyordum. Yapayalnızdım. Karanlığın içine doğru ilerledim.




5.5

Karanlığın içerisinde ilerlemeye devam ettim. Yürüdüğüm tünel aşağıya doğru eğimi artıyordu. Aynı Robin'ın tünellerine benzer şekildeydi. Fakat oradaki tünellerin temizliği ve hava akışından eser yoktu. Derinlerden gelen ağır koku adeta tellerimi titretiyor, beni karamsarlığa sürüklüyordu. Sanki içerideki yaşam öncelerden sona ermiş de ben onların yerini tespit etmekle görevlendirilmiş gibi hissettim. Henüz hissedemediğim ve görmediğim bu topluluğa karşı bir acıma hissiyatıyla sarsıldım. Olmayan bir Tanrı'dan gelen ikramı  umutla bekliyorlardı. Yüreklerine suni umut pompalanıyordu. Bu oluşturulmuş şefkatli Tanrı modelinde yer aldığım için kendimi suçlu hissetmeye başlamıştım. Fazla hızlı davranmış, daha ilk günümden mecliste fikir beyan etmiştim. Ön planda olma hissiyatım yüzünden adeta bir topluluğa ikram sunacak hale gelmiştim. Vicdani rahatsızlıklarım bir yana vücudumdaki iğrenç sıvı da kurumuştu. Hiçbir yerde salınım hissedemiyorum. Karanlığa doğru, bilmediğim topluluğu keşfetmeye bir adım daha yaklaşmıştım. İlerledikçe vücudumdaki titremeleri kontrol altına almayı başarmıştım. Tünel, biraz daha genişleyerek ve bu sefer eğimi de artarak derinlere iniyordu. Kaide'nin köklerinin derinliklerine yapılan bu yuva oldukça zeki düşünülmüştü. Ne Uyumsuzluk mevsiminden zarar göreceklerdi, ne de diğer mevsimlerden. Tek düşünecekleri sorun, besin olmalıydı. İlerlediğim tünel ilk defa sola doğru kıvrılmaya başlamıştı. Ve bu sola dönüşlerin sonunda ulaştığım yeni tünelin zemininde bembeyaz taşlar vardı. Uzunca zemine döşenmiş bu taşlara temas ettiğimde tellerim titreşti. Topraktan teması kesmek biraz tuhaf olsa da bu beyaz taşları sevmiştim. O kadar güzel zemine yayılmıştı ki... Hatta duvarlarda sütun tasvirleri bile vardı. Yuvanın o köhne girişinden sonra buradan ilerlemek adeta içimi ferahlatmıştı. Topluluk ile henüz tanışamama rağmen önceki zamanlarında yuvalarına önem verdikleri açıktı. İlerledikçe tünel düzelmeye ve güzelleşmeye başladı. Fakat koku artık dayanılmaz hale gelmişti. Küf ve nemli hava adeta bu yuvayı baştan aşağı sarmıştı. Beyaz taşları zemine sermeye ve tüneli genişletmeyi akıl edenler neden havalandırma deliği oluşturmamışlardı ki? Belli ki bu topluluk gün geçtikçe unutulmuştu. Elimde, Will'ın verdiği sütun yaprağını sıkıca tutuyordum. Tam sunağın ortasına yöneldiğimde...

- " Hey oradaki! Sen de kimsin!" dedi,yabancı.

Beklediğimden daha hızlı fark edildim. Bu karanlığın içerisinden benim geldiğimi nasıl anladı ki? 

 - " Sunağa ikram sunmaya geldim." dedim,tereddütle.

Dedikten sonra sessizlik oldu. Karanlığın içinde, zemindeki beyaz taşların üzerinde beklemeye başladım. Karşı taraftan hiçbir şey hissedemiyordum. İlerisini yalnızca karanlıktı. Arada bir siluet görünüp kayboluyordu. Geçmek bilmez dakikalardan sonra ses tekrardan havaya hakim oldu,

- " Yolun yolumuzdur! Beklettiğim için özür dilerim. Yuvamıza hoş geldin. Yuvamız eski ihtişamını kaybetse de misafirperverliğinden hiçbir şey kaybetmedi. Bu yuvanın tüyleri her zaman sana açıktır!" dedi, ve hafif kaşıntılar hissettim. Yukarıya, tünelin tavanına baktığımda yeni bir şey fark ettim. Tüyler, gece bekçilerinin tüyleri. Tavana dik gelecek şekilde bir lif aracılığıyla bağlanmıştı. Yabancı ses yaklaştıkça ışıkta arttı. Elinde daha önce hiç görmediğim bir şeyle yaklaşıyordu! Kıpkırmızı, adeta güneşin bir parçasını elinde tutuyordu. O kadar küçük çubukta nasıl tutabilirdi ki bu gücü! Tünelin yanları adeta canlanmıştı. Bunlar gölgelerdi! Herkesin kendine ait şekilleri. Daha önce duymuş fakat hiç görmemiştim. Duvara bir süre bakakaldım. Yabancı dikkatle beni süzdü, fakat bir şey söylemedi. O anda hissettiklerim paha biçilemezdi. Adeta kendimin bir yansımasını görüyordum. Benimle hareket eden adeta benim bir parçam olan o şey, yalnızca bir gölgeydi. Belli ki yabancı benim bu fikir yürütmemi başka şeye yormuştu. Gölgemin oynaşmalarını izlerken aklıma Robin'ın kovuğunda gördüğüm çizim geldi. Acaba o çizimde anlatılmak istenen şey gölge miydi? Fakat yabancı duvara baktığında tepki vermedi. Gayet normal bir şey izlercesine baktı. Adeta benliğimizin parçası olan, bizimle hareket eden bu görsel şölene nasıl böyle sığ baktığını anlamış değildim. Büyük ihtimal elindeki gölgeyi yaratan kaynağı çok öncelerden beri kullanıyorlardı. Yabancı ya yaklaşıp elindeki çubuğa dokundum,

- " Ahhhhhh!" 

- " İkramı getirenler şimdiye kadar hep acayip tiplerdi. Sende onlar gibisin. Elimdeki şey bir ateş, geldiğin yerde bulunması gereken bir şeydi. Belli ki çubuğun ucunda görünce şaşırdın. Bu ateş, yuvamızda en eski zamanlardan beri kullanılıyor. Aslında kullanmak o kadar da mantıklı değil" dedi yabancı, çevresini inceleyerek. 

- " Neden peki?" diye sordum, bir yandan da elimin sızısını geçirmeye çalışıyordum.

- " Türlü türlü kanatlı canlıların dikkatini çekiyor da ondan! Az kullanılması makbuldür. Fazlası gereksiz misafire yol açar. Hem dikkat çekmekten hoşlanmayız." dedi, yabancı. 

- " Benim geldiğimi nasıl anladın, salınımlarım Tanrı tarafından alındı." dedim,sinsice. 

- " Ha, elimizdeki en marifetli çalışmalardan biri bu. Tüyler, onlar tünelden inen kişinin tellerinin titreşimlerini bu taraflarda hissedilmesini sağlıyor. Yuvaya giren canlı karanlıktan fark edemediği için tüylere dokunuyor. Genellikle antenlerimizin temas ettiği şeyleri hissetmeyiz. Yuvaya girdiğinizi, ilk anda tüylerin titreşip hareketlenmesiyle birinin yaklaşmakta olduğunu anladık." dedi, yabancı. 

Oldukça akıllıca. Bu topluluk beklediğimden daha üstün çıktı. Beyaz taşlı yollar, önlem amaçlı tüyler, çubukta taşıdığı şu ateş! Bunlar düşünebilen bir zihnin ürünleriydi. Yabancının bakışları üzerimde toplanınca, 

- " Gayet akıllıca. Şimdi beni sunağa götürür müsün? Buraya bir ikramda bulunmaya geldim." dedim.

- "Lütfen beni takip edin." dedi, yabancı ve yürümeye başladı.

Yabancı kambur duruşuna rağmen hızlı yürüyebiliyordu. Gölgelerin eşliğinde ilerlemeye başladık.



İlerledikçe tünelin sonunda ışık gözükmeye başladı. Tünelin duvarlarına vuran ve adeta gölgelerin canlanmasına sebebiyet verebilecek bir ışıktı bu. Tünelin sonuna geldiğimizde ve Yabancı bana uzun bir süre baktıktan sonra,

- " Halkımız seni bekliyor. Herkes meydanda toplandı.Sunak, yuvanın tam merkezinde yer alıyor. Zamanında üzerimizdeki yüce Kaide'nin bir köküne sarmalanmış bir şekilde inşa edildi. Sizin oraya tek başına gitmeniz icap eder. Burası tünelin sonu, sola doğru döndüğünüzde meydanı tam karşınızda bulacaksınız." dedi,yabancı.

- " Sen neden gelmiyorsun? Sunacağım ikramdan faydalanmayacak mısın?" dedim,tereddütle. 

- " Hayır, efendim. Bu seferlik birkaç değişikliğe gittik. Birkaçımız haricinde herkes ikramınızdan yararlanacaktır." dedi yabancı, sırtını dikleştirerek.


Hay aksi! Neden böyle bir karar almışlar ki şimdi? Daha fazla konuşmadan tünelin sola kıvrılan son kısmına doğru yürümeye başladım. Işığın kaynağı o kadar arttı ki içerideki hayat dolu görüntüyü görmek için bir an önce tünelin soluna hareketlendim ve karşımdaki manzara nefes kesiciydi. 


Devasa bir alana kurulmuş bir meydanı vardı. Ama her şeyden önce adeta gökyüzünden süzülürcesine inen devasa bir Kaide kökü sarmalanarak meydanın tam ortasına, sunağa iniyordu. Sunak, bembeyaz büyük bir taştan oyulmuştu. Dört ayrı katı ve birçok oyuklardan oluşuyordu. Her bir oyuk, dışarıda bulunan bir canlının tasviriydi. O kadar güzel bir taştı ki bu, içerisinde akan suyla adeta kendine bakanları büyülüyordu. Ve öyle büyüleyiciydi ki halk bundan nasibini almıştı...

Çevremi kuşatan harika mimarinin yanında ona tezatlık oluşturacak bir görüntü daha vardı. Hemde canlı bir görüntü. Halk, ortadan bir türdeşin yürüyebileceği kadar yol açıp sunağın çevresine dizilmişlerdi. Ama onların canlı olduğunu söylemek için uzun bir süre bakmam gerekti. Her biri sanki uzunca yıl azap çekmiş gibiydiler. Yüzlerindeki bitkinlik vücutlarında da baş gösteriyordu. Hiçbirinin antenleri dik değildi. O kadar hırpani vücutlar vardı ki, ve bu vücutlar benim gibi yaralanmadan ziyade hastalanmıştı. Adeta topluluğun kaderi karamsarlığa evrilmişti. Sunağın göz kamaştırıcı beyazlığı ve saflığına adeta gölge düşürüyorlardı. Gözlerimi tekrar yukarıya çevirdim. Meydanın tavanında birçok kök salınmıştı. Bu köklerin çoğuna Yabancının elindeki çubuk gibi bir şey takılmış ve ucuna ateş kondurulmuştu. O kadar büyüleyici bir sahne olabilirdi ki benim için, eğer kokuyu hissedememiş olsaydım. 


Her bir yanı saran bu küf kokusu, canlılardan geliyordu! Pek canlı oldukları söylenemezdi zira çok hafif kıpırdanmaların dışında hiçbir şey göze batmıyordu. Vücuduma sürülen sıvı yüzünden de hiçbir salınım hissedemiyordum. Adeta ölüler diyarında gezen bir beş bacaklı gibiydim. Bu hilkat garibelerin zihinlerinde acaba hangi fikirler geziniyordu, beni karşılarında bulmalarına şaşırmamış gibiydiler. Derin bir nefes aldıktan sonra ortadaki dar açıklıktan ilerlemeye başladım. 


Zeminde aynı tünellerin bir kısmında bulunan beyaz taştan serilmişti. Sunaktaki kadar açık bir beyaz rengi teşkil etmese de yine göze güzel görünüyordu. İlerledikçe içimdeki karamsarlık arttı. Çevremde bulunan bu 'canlı' kitleleri oluşturanların suratlarında hiçbir ifade okunmuyordu. Bana bakıyor gibi görünüyorlardı ama sanki baktıkları yerde hiçbir şey göremiyorlardı. Gözlerindeki hareketlilik o kadar ağırdı ki, yanlarından geçtiğimde göz kontağı kuramıyorlar, arkamdan bakıyorlardı. Bu sefil yaşamın belirtileri yalnızca vücutlarında veya yüzlerindeki ifadeyle kısıtlı kalmamıştı. Yaklaştıkça kokunun sebebini anlamıştım. Yerde kendi türündeki canlılar seriliydi! Bir an yerimde sabit durdum, kalbim adeta yerinden çıkarcasına atmaya başladı. Bu toplum yalnızca mantarla beslenmekle kalmamış adeta birbirlerini yemeye başlamışlardı. Nasıl olur da birbirlerini yiyebilirler ki? Öğürme isteğimi son anda bastırarak ve yere bakmamaya çalışarak sunağa doğru ilerlemeye başladım. Vücudumdaki titreme tekrardan başlamıştı ve bu sefer ki dışarıdan rahatça anlaşılıyordu.Neyse ki bana bakan bu hissiz gözler bir şeyi fark edecek durumda değildi. Bu kadar pisliğe batmış bir halk nasıl olur da  böyle bir mimariye sahip olabilirdi ki...


Sunağın dibine geldiğimde bir kez daha etkilendim. O kadar ince işlenmişti ki, içindeki her bir oyuk farklı bir canlının tasviriydi. Ve sunağın tam tepesinden hiç durmadan su akıyordu. Su kaynağının zeminine yapılan bu yapı oldukça etkileyiciydi.
Elimdeki yaprağı titrek ellerimle parçalamaya, sunağın içerisindeki berrak suya ufalamaya başladım.Titremem bir an olsun durmamıştı. Zihnimi bulandıran sorulardan kaçınmak istesem de başaramıyordum. Ben bu ölü yerden nasıl kurtulacaktım ki? Buradaki hilkat garibeleri suyu içtikten bir süre sonra bayılacaktı. Peki ya Yabancı ve diğer arkadaşları da neyin nesiydi! Will bana bundan hiç bahsetmemişti. Son anda böyle bir önlem almaya neden gerek duymuşlardı ki,ama bana güvenleri tam gibiydi. Zaten güvenmeseler daha meydana girmeden  beni öldürürlerdi. Bir planın içinde yer alarak geldiğim bu yuvada bir anda birçok planın odağı haline gelmiştim. Sunağa gelmiştim, düşüncelerimden sıyrılarak bana verilen görevi yerine getirmeye başladım. Elimdeki sütun yaprağını elimde ezdim ve geriye kalan toz halini suyun yüzeyine döktüm. Tozun suya karışması çok hızlı gerçekleşti ve bende geri çekildim. Ve bir anda çevremdekiler sunağın çevresine yığılmaya, suyu içmeye başladılar. Bana temas etmemeye çalışmalarından memnuniyet duyarak geri çekildim. Ve çevremi dikkatlice gözlemeye başladım.


Yuvanın tepelerinde birçok hava deliği girişi vardı fakat bakımsızlıktan kapanmış olmalıydılar: Yoksa bu ağır kokudan eser kalmazdı. Tünelin girişinden başka çıkış yolu yokmuş gibi görünüyordu, eğer bana saldıracak olurlarsa kaçabilecek hiçbir yerim yok. Gözlerimi tavandan ayırmamaya çalışarak -yerde ki leşleri görmemek için- gözlerimi duvarlardaki gölge cümbüşüne odakladım. Bu kadar harika gölgeler her bir hareket eden canlının ikiziydi adeta. Oysa gölgeleri oluşturan bu sefil topluluk, dışarıdan bakıldığında gölgelerinden daha sönük ve cansız  gözüküyorlardı. Gölgelerin her biri tüm yuvayı sarmıştı. Ateşin kaynağını yuvanın tavanına eşit biçimde dağıtmışlardı. Bu kadar kesin keşifleri nasıl yapmışlardı ki? Çevrede bizim Lahit'e benzer -sunağın dışında- bir şey göremedim. Demek ki onların ilahi ögeleri sunak idi. Suyu içen her bir altı bacaklı çevreye yayılıp uzanmaya ve her zaman ki gibi tembelliklerine geri dönmüşlerdi. Beni hemen unutmuşlardı. Yerimden kıpırdamadan heyecanla olacakları bekledim, fakat hala suya ulaşmayan altı bacaklılar vardı. Birbirlerini yemelerine rağmen sayıları oldukça fazlaydı. Bir süre boyunca sunağın başındaki hengameden başka bir şey yaşanmadı. Son altı bacaklı da suyu içtikten sonra sunağın çevresi boşalmıştı. Suyun seviyesinde hiçbir azalma yoktu. Herkes köşesine daha çok karanlığa doğru yayılmıştı. Sunağın yakınında bir ben duruyordum. Gözlerim sürekli istemsizce tünelin giriş kısmına bakıyordu. Yabancı dikkatle beni süzüyordu. Çevresindekileri görmezden geliyordu. Hiçte buradaki topluluk gibi sefil bir halde değildi. Onda yani Yabancı'da buradakiler gibi sıra dışı bir izlenim yakalayamamıştım. Bir anda panikledim ve sırtımı sunağa doğru döndüm. Gözlerimi yabancıdan ayırmadan, çevredekilerin birer birer derin uykuya dalmasını önemsemeden dimdik durdum. 


Hiçbir salınım hissedemiyor, yalnızca suyun yanı başımda akan sesini işitebiliyordum. Çevremdeki topluluktan hayat belirtileri yavaş yavaş kesilmeye başlamıştı. Fakat Yabancı hiç kıpırdamamıştı. Girişin ağzında, tüm heybetiyle dikiliyordu. Sanki ilk gördüğümdeki kambur duruşunu düzeltmiş, her an harekete geçebilecekmiş gibi duruyordu. Korku tüm vücuduma yayılmıştı artık. Hiç hareket edemiyor, adeta sunağın bir parçasıymış gibi duruyordum. Geçmek bilmeyen birkaç dakikanın sonunda Yabancı antenlerini sallamaya başladı ve sesini yükselterek, 


- " Demek seni gönderdiler. Karşımda daha iri bir vücut bekliyordum, senin gibi hırpani bir vücudu seçmiş olmalarının bir sebebi olmalı. Senin gibi sefillere üzülüyorum, kendi fikirlerini yansıtamayacak kadar korkakların asla kendi seçim şansları olmaz." dedi Yabancı, ve yavaşça girişten ayrılarak sunağa doğru yani bana doğru yaklaşmaya başladı. 


5.6




                   


 
Bana dikkat etmeyerek, çevresindeki sefil topluluğa bakarak;

- " Benim sefil halkımı nasıl olur da umutlarıyla oynarsın! Senin gibi düşmanlar yüzünden ne hale geldik görmez misin! Bir de türdeşimiz olacaksın şu haline bir bak, bu hırpani vücut için neler yaptın kim bilir!" dedi Yabancı, bağırarak. 


Titremem daha da şiddetlenmişti,

- " Şey ben, benim amacım sizi kandırmak değil. Hatta sizin halkınızdan dahi haberim yoktu." dedim, samimiyetime güvenerek ve devam ettim,

- " Hatta ilk kez ateşi sizin yuvanızda gördüm. Bu kadar iyi tasarlanmış bir yuva nasıl olur da böyle bir hastalığa yakalanabilir diye sürekli düşünüp durdum." dedim.

- " Seni sefil yaratık! Tüm bunların etkileri sizin yüzünüzden oluyor. Eğer barışçıl sebeplerle ortaya çıkıp halkımı refah ve huzur altında  ikramlarla kandırmamış olsaydınız bunların hiçbiri olmayacaktı!" dedi Yabancı, sinirlenerek.

- " Ben size hiçbir şey yapmadım." dedim.

- " Sunaktaki suya yine o zehirden karıştırdın değil mi? Getirdiğin sütun yaprağının rengi neydi?" diye sordu Yabancı. 

-" Şey, yalnızca onları uyutmak amaçlı getirmiştim. Mor renkli olmalıydılar, yanlış hatırlamıyorsam." dedim , dikkatle.

- " Hedysarum Alpinum olmalı. Bünyede yalnızca uykuya değil, aralıklı kullanımlardan dolayı ölüme de yol açan bir bitki. Zamanında bana ilham veren, fikirlerimi yeşerten bir dostumun aynı bitkinin zehrinden dolayı ölmüştü. Senin gibi sahtekarlara inanıyordu. Onları  umutlarını yeşerterek kandırdınız, yıllar boyunca! " dedi, tellerini titreştirerek ve devam etti, 

- " Ne için peki, söylesene ne için! Neden tüm bu planlar? " dedi Yabancı, titremeye başlayarak. 

- "  Ben şey bilmiyorum. Ben yalnızca yuvamda yetiştirebileceğimiz Trüf mantarı için gelmiştim. Yani onun tohumları sayesinde," dediğimde Yabancı sözümü keserek;

- " Trüf mantarı mı? Bizi ne hale getirdiğini görmez misin? Nasıl tüketmeyi göze alırsınız!" dedi Yabancı, bir süre düşündükten sonra konuşmasına devam etti,

- " Tabi ya ne safım! Yetiştirip bağımlı topluluklar elde edeceksiniz. Bizim gibi uygarlıkları zehirleyip sizler için çalışmamızı isteyeceksiniz. Sizler kadar gaddar ve bencil türdeşlerin varlığından tiksiniyorum!" dedi Yabancı. 

- " Ben özür dilerim, gerçekten bilmiyordum eğer bilseydim... " dediğimde, Yabancı haykırarak;

- " Yeteri kadar konuştun! Normalde kendi türüme saldırmamış idim ama artık müdahale etmenin vakti geldi." dedi Yabancı, ve hızla üzerime doğru atıldı. 

Bir anda ne olduğunu anlamadan bir darbeyle yere düşmüştüm. Tam her şey birbirine karışmaya başladığında bir ses yükseldi, 

 " Kesin hemen şunu!" dedi, birisi.

Üzerimden bir hiddetle yükselen Yabancı, bağıran kişiye dönüp, 

 " Onu bize karşı koruma! O da diğerleri gibi gaddar!" dedi Yabancı, bağırarak. 


- " Kesin dedim size! O yalnızca bir kukla. Onu öldürmekle hiçbir şey elde edemezsin. O kuklanın iplerini tutan ve yönlendiren zihniyete zarar veremedikten sonra hiçbir hareketin anlamı yok." dedi, ve bunu diyen kişi Jhon'du. 

Şaşkınlığım ikiye katlanmış bir şekilde önümde yükselen Jhon'u dikkatle izledim. Hiç değişmemişti, duruşu ve tavırları hala aynıydı,

- " Greg, onun adı Greg." dedi Jhon, Yabancıya dönerek. 

- " Nasıl yani, o sahtekarı tanıyor musunuz? " dedi Yabancı, hayretle.

- " Evet ve bunun bir önemi yok. Greg, yanında başkalarını getirdin mi? " diye sordu Jhon, dikkat kesilerek.

- " Şey evet. Will ve diğerleri. Gerçi sen Will'ı tanımazsın o bir vekil ve..." dediğimde sözümü kesti,

- " O şeref yoksunu canlıyı gayet iyi tanıyorum, Greg. Doğada türdeşinden başkasına güvenmek en büyük hatadır. Ama artık türdeşe de güven kalmadı. Kaç kişiler?" diye sordu Jhon.

- " Bilmiyorum. Yalnızca herkes uyuduktan sonra geleceklerdi. Trüf mantarlarının tohumu için" dedim, utanarak. 

- " Kalabalık olmalılar. Girişteki altı bacaklılara geri çekilmelerini söyle." dedi Jhon, Yabancı'ya dönerek ve devam etti,
- "Onları burada karşılayacağız, meydanda!" dedi Jhon, hiddetle. 

Yabancı ise kafasını sallayarak yanımızdan ayrıldı. Titreme durumum sonunda yerini derin bir utanç duygusuna bırakmıştı. Fiziki belirtiden ruhani bir belirtiye geçiş yapmıştım.

- " Sana gelince Greg, uçabilecek gibi görünmüyorsun. Will ne kadar sinsi olsa da seni almaya o gelecektir. O yüzden ona dokunmayacağız. Seni buradan alıp götürmesine bu sefer izin vereceğim. Bir daha ki karşılaşmamda elimden asla kurtulamayacak. Seni götürdüğünde nasıl kişilerin arasında bulunduğunu bir daha sorgula ve artık tarafını seç." dedi Jhon. 

- " Ne tarafı? Peki ya taraf seçmek istemiyorsam?" dedim, dikkatle. 

- " Sen tarafsız kalma seçeneğini çoktan kaybettin Greg. Yine de tekrardan düşünmelisin. Buraya Kraliçe'den habersiz gelmen de ayrı bir itaatsizlik..." dediğinde Jhon, sözünü keserek lafa atıldım;

- " Buraya Kraliçenin emri ile geldim, Jhon. Toplantı da Will 'ın bu fikri hoş karşılandı fakat Kraliçenin onaylamayacağını düşünüyorduk. Ama onayladı." dedim. 

- " Bu nasıl olabilir! Yo, hayır. Bir yanlışlık olmalı." dedi Jhon, tellerini bir sağa bir sola sallayarak.

- " Hayır, bu doğru. Hatta tüm türdeşlere açıkladılar." dedim.

- " Demek ki durumlar beklediğimden daha da karışık." dedi Jhon. 

Tam konuşmamıza devam edecek iken bir ses konuşmayı böldü,

- " Geliyorlar Jhon! Tam tahmin ettiğin gibi. Tüyleri birer birer ateşe vererek ilk önce hafif duman yaratacaklar. " dedi Yabancı, heyecanla. 

- " Tamam, herkes talimatlarımı yerine getirsin. İşaretimle harekete geçeceksiniz!" dedi Jhon, her zaman ki lider görüntüsüyle.
 
Yabancı heyecanla tellerini sallayarak tavandan sarkan bir kökün ucuna kondu. 

- " Yere uzan Greg, bayılmış gibi uzan. " dedi  Jhon. Dediğini yapmak için yere yattım. Tünelin girişinden hafif kara dumanlar gelmeye başlamıştı. Yabancı bu sırada kökten aşağı indi. Beni işaret ederek Jhon'a ,

- " Bunun başında mı bekleyeceğim?" dedi Yabancı, hışımla. 

- " Evet. Geldiklerinde senin ona vurmuş olduğunu zannedecekler. Burada az olduğumuzu zannediyorlar ama yanıldıklarını gösterme vakti!" dedi Jhon, ilk defa heyecanlandığını hissediyordum. Salınımları da yavaşça hissetmeye başlamıştım. Vücuduma sürülen sıvı etkisini kaybetmeye başlamıştı.

 Çevrede inanılmaz bir hissiyat vardı! Ama nasıl olur? Jhon yukarıdaki kökün ucuna uçmuştu. Ve merkezde Yabancı'dan başka canlı yok gibiydi. Fakat bir yerlerden inanılmaz derecede yoğun salınım hissediyordum. Tünelden yaklaşan hafif salınımların dışında, bu hissettiğim salınım daha güçlüydü. 

Tünelin girişinde turuncu renkte altı bacaklılar bir bir kara dumanın içinde belirmeye başlamıştı. Kendilerine güvenle içeri süzülmeye başladılar. Başımdaki Yabancı son defa bana bakarak, 

- " Arkadaşlarına hazırladığımız sürprizin tadını çıkar!" dedikten sonra karnıma gelişi güzel bir tekme savurduktan sonra girişe doğru yöneldi. 

Girişte şimdiden yirmiden fazla altı bacak vardı. Ve karşılarında yalnızca Yabancı ve yukarıdaki kökte tutunan Jhon'dan başkası yok gibiydi. Diğer herkes zehirden dolayı uyuyordu. Girişteki kalabalık ihtiyatla sunağa doğru yaklaşmaya başladı. Yabancıyı fazla önemsemiyorlardı. Grubun başında Will' de gözüktü. Yabancıya yaklaşan turuncu altı bacaklılar alaycı tavırlarla Yabancının etrafını sardılar. Will'in gözü ise bir şeyleri arıyordu. Israrla çevresine bakan Will beni de görmüştü ama önemsemedi. Hala bir şeyleri görmeye çalışıyordu. Ama neyi? 

Yabancı kendini savunmaya başladığı sırada korkunç bir gürültü koptu. Ve önceden tıkanık olan tavandaki havalanma deliklerinden onlarca altı bacaklı türdeş inmeye başladı ve alan toza bulandı. Bu türdeşler bizim yuvamızdakiler değildi, zira vücutlarındaki hırpani görünüş bu yuvaya has gibi duruyordu.
Bir anda meydanın ortasına, turuncu altı bacaklıların arasına türdeşler inmeye ve savaşmaya başladılar. Beyaz sunağın görüntüsü; alanı kaplayan toz ve kara dumandan dolayı ilk görüntüsüne tezatlık oluşturuyor, iç karartıcı bir manzaraya yol açıyordu.
Toz ve kara dumanın hakim olduğu alanda ise Yabancı'nın pek şansı yaver gitmiyordu zira iki kolunu şimdiden kaybetmişti. Buna rağmen çevredeki turuncu altı bacaklılar paniklemeye başlamış ve saflarını iyice bozmuşlardı. Güçlü olmalarına karşın dağılmışlardı, bu sürprizi beklemiyorlardı. Ve cesetler renk ayırt etmeksizin beyaz taşların üzerine birer birer düşmeye başladı.

Yabancının yerde yatan cesedinin çevresinde şimdi turuncu altı bacaklılar sıra sıra ölmeye başlamışlardı. Ortalık tamamen savaş alanına dönmüştü. Salınımları takip edememekten ziyade şaşkına dönmüştüm. Her yer de bir mücadele söz konusuydu. Az önce  gölgelerin ve ateşin hakim olduğu meydanı şimdi adeta bir toz fırtınası içinde birbirlerini katleden canlılar sarmıştı . İlk bakışta üstün gözüken Will'ın getirdiği -turuncu altı bacaklı- dostları gibi gözükse de tavandan adeta süzülen altı bacaklı türdeşler toplu halde dövüşüyordu. Biri rakibin bacağına diğeri koluna saldırıyor, sonra savunmasız kalan rakiplerinin kafalarını koparıp parçalıyorlardı. Yattığım yerde balçık içinde kalmıştım. Akan kanın ve kusmuğun -birçok öğürmenin sonucunda- içinde dehşetle yerde yalpalıyordum. Zira bana dokunan olmasa da gördüğüm manzara korkunçtu! 

Tavanın havalanma deliklerinden hala inmekte olan türdeşler vardı. Bazı  tünellerden inenler bitmiş ve bunun sonucunda meydana temiz bir hava akımı sağlanmıştı. Fakat meydandakilerin bunu hissedebileceklerini düşünmüyordum.

Jhon her zaman ki gibi yanında birkaç türdeşiyle beraber turuncu altı bacaklıların saflarını yarmaya başlamıştı. Will ise en arkada durmuş olayın şokunu yaşıyordu. O  merkezde bir kuvvet düşmanı beklerken adeta gökten süzülen bir düşman grubuyla karşılaşmış ve tüm stratejisi bir anda çöküvermişti. 

Görüntü o kadar karışıktı ki... Birkaç türdeşe düşen bir turuncu canlı adeta işkence görürcesine parçalanıyordu. Yine de turuncu altı bacaklılar benim olduğum tarafa doğru bir yol açmış ve küçükte olsa bir üstünlük sağlamışlardı.Türdeşler onları parçalamaya çalışıyordu ama turuncu altı bacaklıların dişleri daha sivriydi. Kollarında yer alan özel kısımlar sayesinde tuttukları uzuvları direk dişleriyle parçalıyorlardı. Jhon ve türdeşler gibi öldürmekle uğraşmak  yerine parçalayarak diğerlerinin uzuvlarını koparmaya odaklanıyorlardı. Yerde yatan ve uzuvlarının bir kısmını kaybeden türdeşler ve turuncu altı bacaklılar ezilerek ölüyorlardı. Kargaşanın içerisinde adeta yol açarak ilerleyen Will ve yanındakiler yanıma ulaştı. 

- " Hemen şunu beline bağla! Buradan sağ kurtulursak ne ala!" dedi Will, nefes nefese. 

Belime geçirdiği ipi iyice sardıktan sonra,Will'ın çevresindekiler adeta kendilerini feda ederek yol açmaya, uçmak için alan kazanmaya başlamışlardı. Fakat çoğu zaten ölüydü. Geriye yalnızca birkaç turuncu altı bacaklı kalmıştı. Yine de bu sona kalan turuncu altı bacaklılar muhteşem savaşıyorlardı. Deneyimli oldukları duruşlarından belliydi. Bir anda Will'ın havalanmasıyla ben de peşinden sürüklenmeye, bir hava deliğine doğru son sürat yükselmeye başladık. Son defa ardıma baktığımda ise son dört tane kalan turuncu altı bacaklı sırt sırta vermiş birer birer uzuvlarını kaybedip ölüyorlardı. Sonuncu ise son bir gayretle bize doğru son bir umutla baktı ve adeta eklem yerlerinden kırılırcasına parçalanmaya başladı. Çevresini saran türdeşlerin adeta gözü dönmüş, geriye turuncu altı bacaklılardan bir uzuv bile bırakmayacak şekilde yemeye başlamışlardı. Başka bir öğürme isteği eşliğinde hava tünelinden yükselerek temiz havaya çıktık. Güneşin sağladığı ışıkla beraber biraz olsun rahatlamıştım. Tam gözlerim ışığa alışacakken yüzüme ard arda damlalar düşmeye başladı. Fakat bu damla su değildi! Bu Will'in kanıydı! Gözlerimin önündeki Will'ın ağır yaralandığını henüz yeni fark edebilmenin şaşkınlığını yaşıyordum. Will'ın göğsünde son derece büyük bir parça saplıydı. Bir uzuv! Son defa bir güç ile havada yalpaladıktan sonra aniden düşmeye başladık. Altımızdaki sütuna Will'ın bedeni o kadar hızlı çarptı ki bir anda kana bulanan sütundan dolayı içimi kaplayan ani bir korku eşliğinde, aynı sürat ile sütunun yaprağına sertçe çarptım. Ardından sütundan aşağı düşmeye başladım. Toprağın sert zeminine ramak kala havada asılı durdum. Vücudumdaki lif, Will'ın bedenine bağlı olması hayatımı kurtarmıştı. Adeta bir uzun bacaklı karartının oluşturduğu ağa yakalanmış bir av gibi sütundan aşağıya sarkıyor idim. Fakat bu yeni durumu düşünebilecek bir halde değildim zira vücudumu saran bu acı ve ızdırap yüzünden zihnim ve bedenim adeta kavruluyordu. Gözüm kararmadan evvel, son defa altımdaki toprak zemine hayranlıkla baktım;

Zeminde, adeta yeni bir vücuda dönüşmüş gölgemi hayranlıkla seyrettim. Vücudumu saran bu lif yığını altında ilk defa ürkütücü ve hayranlık duyulacak bir şekle bürünmüştüm. Gölgemde  adeta hayallerimi süsleyen o asil yaratığı görebiliyordum. Ta ki  görüntüyü bozmaya başlayan damlalar peşin sıra yağmaya başlayana dek. Gölgenin özünü oluşturan aydınlığa ve birkaç kan damlasına bakarak derin bir uykuya yenik düştüm.











                               BEŞİNCİ KISMIN SONU.
                                                                      14.06.2020 




















Yorumlar

Popüler Yayınlar